Dün, bu ülkenin, Türkiye Cumhuriyeti'nin, memleketimin en büyük bayramıydı. Dünya durdukça durası, yaşanası gereken Bayram.. Bu cumhuriyete sövenler dahil, herkesin bugün olduğu yere gelmesini sağlayan Bayram..
Cumhuriyet olmasa, doğduğu köyde Çoban Sülü olarak ölecek bir köy çocuğunu bugün 10. Cumhurbaşkanı olarak saygı listemizin tepesine koyan, adına müzeler kurduran Bayram.. Bir başka kenar mahalle çocuğumuzun bugün Cumhurbaşkanı olmasını sağlayan Bayram...
Ben bu yazıları yazıyorsam ve size ulaştırabiliyorsam, 57 senedir, sebebi bu Bayram!..
En büyük Bayram..
Üç yaşında çocukken Kilis Müftüsü dedem, 5 yaşında asker babam öğrettiler bana 29 Ekim'in anlamını.. Coşkusunu.. 70 yıldır her 29 Ekim sabahına o coşku ile uyandım..
Bu defa bir de burukluk vardı, içimde..
18 canımız, kardeşimiz, bir maden göçüğünün altındaydı, çünkü.. Suların istila ettiği bir maden göçüğünde.. Soma'nın acıları dinmeden gelen yenisi, ülkemi tam da 29 Ekim arefesinde yakalamıştı.
Gece saat bire doğru dalarken, dolaştığım televizyonlardan anladığım, umutların giderek tükendiğiydi..
O 18 insanımı düşündüm.. Sağ mıydılar acaba?. O 18 insanın maden girişinde toplanıp bekleyen yakınlarını düşündüm.. Acılarını düşündüm..
Sabah uyanır uyanmaz televizyona koştum yeniden.. Değişen bir şey yoktu. Aşağıda hala ulaşılamayan 18 kişi.. Yukarda fakirin her zamanki ekmeği "Umut"a sarılmış bekleşen aileler..
Saat 9'a yaklaşırken, televizyon canlı yayını Karaman'dan aldı, Ankara'ya getirdi.. Anıtkabir'e..
91. yıl resmi kutlamaları Ata'nın, bu Cumhuriyeti bize armağan eden Büyük Adamın huzurunda başlayacaktı çünkü..
Bir yanda ulusu yasa boğan felaket.. Bir yanda en büyük coşku.. Buruk bir Cumhuriyet sabahı olacak bu..
Daldım gittim, gazeteciliğe başladığım günlere.. İktidardaki Demokratlarla, muhalefetteki Halkçılar arasında nasıl müthiş bir çekişme vardı.. Nasıl ağır konuşurlardı liderler birbirleri hakkında.. Hani sanırsınız fırsat bulsalar birbirlerinin gırtlağına sarılacaklar..
Gazeteciler, foto muhabirleri en erken gidip yerlerini alırlardı ki, gelen liderleri resimlesinler..
Nerdeyse kan davalı gibi konuşan liderler ne yapacaklar, tören zoru ile yan yana geldiklerinde.. Bütün millet onu merak ederdi çünkü..
Celal Bayar gelirdi.. İsmet Paşa gelirdi.. Menderes gelirdi ve Aslanlı Kapı girişinde törenin başlamasını beklerlerdi. Ve resimleri görürdük.. El sıkışırlardı. Sohbet ederlerdi. Hatta şakalaşırlardı..
"Bahar havası" manşetleri atardı gazeteler.. Rahatlardı millet!..
Bu defa bakıyorum.. Herkes gergin. Hepsinin suratı asık.. Kimse kimsenin yüzüne bakmıyor, konuşmayı, sohbeti geçin.. Hepsi mecburen gelmiş sanki..
İnsanları birleştiren iki şey vardır, tarih boyu, her coğrafyada..
Coşkular ve üzüntüler..
Sevinçler ve acılar..
Kadere bakın.. O 29 Ekim sabahında ikisi birden var ülkemde..
Bir yanda en büyük Bayram.. Bir yanda, kısa zamanda tekrar eden bir felaket..
Ama benim liderlerimi, bu coşku da bir araya getirmiyor, bu hüzün, bu üzüntü de..
Ülkemizin kaderi açısından çok önemli bir de "Çözüm Süreci" var oysa, bu içte dışta, sınırlarımızda çok kritik Sırat Köprülerinden geçtiğimiz günlerde..
Tam bir olmamız, birlik olmamız gereken gün, bugün.. Ve bugün, o coşku da, o acı bile birleştirmiyor bizi..
Coşku birleştirmiyor.. Acı birleştirmiyor.. Atamın huzuru birleştirmiyor..
Çözüle çözüle, çözüm bulacağız öyle mi?.