Almanya'nın Yunanistan'a kimilerine göre "Gaddarlığa" kadar varan sert tutumunun ardında ne Angela Merkel ile Alexis Çipras'ın, ne de Wolfgang Schaeuble ile Yanis Varufakis'in yıldızlarının barışmaması var.
Sorun, iki İngiliz iktisatçının bitmek bilmeyen düellosundan kaynaklanıyor.
O iktisatçılardan biri 1772-1823 yılları arasında yaşamış olan David Ricardo.
Öbürü ise 1883-1946 yılları arasında yaşayan John Maynard Keynes.
Düello edenler aslında Ricardo ve Keynes değil, iki ekol. Ve de o iki ekolün günümüzdeki temsilcileri olan iktisatçılar...
Çünkü bütçe açığı ve kamu borçlanması konusunda iki ekol birbirinin tamamen tersi görüşleri savunuyor.
Anlatayım...
***
Keynes ile başlayayım.
İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemin küresel ekonomik ve finansal düzenini belirleyen Bretton Woods Anlaşmaları'nın mimarları arasında yer alan, 20'nci yüzyılın en etkili ekonomi teorisyenlerinden biri olan, ayrıca "Baron Keynes de Tilton" unvanıyla Lordlar Kamarası'nda görev yapan Keynes, "Genel Teori" adlı başyapıtında "Çarpan etkisi" diye bir formülden söz eder.
Der ki;
bir ülkede milli gelir düşmeye, bireylerin harcamaları azalmaya başladığında, devlet ek harcamalarla ekonomiye destek verir. Piyasaya enjekte edilen bu ek kaynaklar talebi canlandırır, talepteki artış üretimi canlandırır, üretimdeki artış istihdamı büyütür.
Ve bu formülü bir denklemle açıklar: Varsayalım ki, devlet ekstradan 100 lira harcadı.
Bu 100 lira ile yapılan alım, söz konusu kaynaktan yararlananın gelirini artıracak. Peki bu ek 100 liralık gelirle ne yapacak?
Yüzde 20'sini, yani 20 lirasını tasarruf edip 80 lirasını harcayacak. 80 liralık alımdan yararlanan da yüzde 20'sini, yani 16 lirayı tasarruf edip 64 lirayı harcayacak. 64 liranın gittiği kişi de yüzde 20'sini yani 12,8 lirasını kenara koyup 51,2 lirasını harcayacak.
Devletin 100 liralık harcamasıyla yaratılan kaynak:
100+80+64+51,2+40,96 (Dördüncü kişiye kalan ama henüz kullanılmayan kaynak)= 336,16 lira.
Harcamaların toplamı:
80+64+51,2+40,96= 236,16 lira.
Yaratılan 336,16 lira ile harcanan 236,16 lira arasındaki 100 liralık fark, en başta devletin ödediği 100 liradan geliyor.
Özetle, Keynes'e göre, devletler bütçe açığından ve borçlanmaktan korkmamalı. Çünkü oluşacak kaynak piyasada yaratacağı çarpan etkisiyle talep-üretim-istihdam zincirini canlandıracağı için bir süre sonra fazlasıyla vergi olarak dönecek.
***
Gelelim Ricardo'ya...
Portekizli bir Yahudi ailenin çocuğu olarak İngiltere'de dünyaya gelen, Londra Borsası'nda döviz ticaretiyle o dönem için göz kamaştırıcı bir servet edinen (725 bin pound), hayatının son 4 yılında milletvekili olarak Avam Kamarası'nda yer alan Ricardo, Adam Smith'in ünlü "Ulusların Zenginliği" yapıtından etkilenerek ekonomiyle ilgilenmeye başladı. Geride bıraktığı 8 kitaptan birinde, "Ekonomi Politikalarının ve Verginin Prensipleri"nde "Bedel" adı verilen bir teori ortaya attı.
Şöyle:
Bütçe açığının borçlanarak finansmanı, talep üstünde hiçbir etki yapmaz. Çünkü bugünün borcu yarının vergisi demektir. Bireyler de piyasaya enjekte edilen o borçtan paylarına düşeni harcamaz, yarının vergisini ödemek için biriktirir.
Ricardo "Yarın" kavramını geniş zamanlı olarak kullanıyor.
Yani yarın, bir-iki yıl sonrası da olabilir, bir kuşak sonrası da.
(Not: Osmanlı'nın 1800'lerde yaptığı borçları Cumhuriyet'in 1950'lerin ortalarına kadar ödediğini hatırlayın.) Teoriyi eleştirenler Ricardo'nun insanları ölümsüz olarak düşündüğü noktasından hareket ederler. Savunanlar ise, Ricardo'nun insanları değil, sülaleleri kastettiğini belirtirler.
Yukarda verdiğim Osmanlı borçları örneği de bunu destekliyor zaten.
Teoriyi eleştirenlerin bir başka gerekçesi, vatandaşların bugünün borcunun yarın vergi olarak kendilerine döneceğini anlayacak kadar bilgili ya da bilinçli olmadıkları noktasında yoğunlaşır.
Teoriyi savunanlar buna da muhteşem bir yanıt verirler:
Demokratik rejimlerde devletin halkın bilgisizliğini kötüye kullanması meşru mudur?
***
Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, Yunan Hükümeti, Keynes'in görüşlerini benimsiyor, Alman Hükümeti ise Ricardo'nun teorilerini. Kıyamet de zaten bundan kopuyor!