Uzun süredir farklı biçimlerde içeriden ve dışarıdan Türkiye'ye yönelik çok yönlü saldırılara tanık oluyoruz. Ankara'daki kanlı terör saldırısı bunun son örneği.
Muhalefet ve bir kısım "öfkeli" aydın bu saldırıların tek nedeni olarak AK Parti'nin izlediği Suriye politikasını gösteriyor.
Kuşkusuz bu politikanın da etkisi var ama asıl neden Türkiye'nin bölgesel etkinliği... Bunu görmek için Irak Kürdistan'ında olup bitenlere bakmak yeterli.
Bir süredir bölgesel hükümetin de ortağı olan Goran Hareketi, "maaş" ödemelerini gerekçe göstererek halkı KDP'ye ve Barzani'ye karşı ayaklanmaya çağırdı. (Türkiye bu konuyu da gündemine almalı)
KDP binalarının basıldı, birçoğu ateşe verildi ve olaylarda 3 kişi yaşamını yitirdi. İşin en ilginç yanı ise Türkiye'de terör eylemleriyle "halk savaşı" başlatan PKK da bu eylemlere destek verdi. Bu protestoları destekleyen bir güç daha var; İran...
Şimdi şu soruyu soralım: Türkiye'de Cumhurbaşkanı Erdoğan'a karşı yürütülen kara kampanyayla Irak Kürdistan Bölgesel Yönetim Başkanı Mesud Barzani'ye karşı kampanyanın aynı zamana denk düşmesi tesadüf müydü?
Şu manzaraya bakın, Barzani'ye karşı bir yıl önce başlatılan ve bugün sokaklara taşan kampanyanın içeriği ve hedefi de aynıydı: "Seni başkan yaptırmayacağız" ve başkanı halk değil meclis seçsin.
Peki bu talepler sadece bir iç siyaset talebi miydi? Değildi çünkü asıl istenen Türkiye'nin Irak Kürdistan bölgesiyle bağının kopartılmasıydı. DAEŞ'in Erbil ve Şengal'e saldırısı da, PKK'nın Barzani'ye meydan okuması da, bu bağı koparmayı hedefliyordu.
Tabii dahası var; Türkiye'de Gülen Cemaati'nin hükümeti yıkmak için devreye soktuğu 17-25 Aralık darbesinin odağına yerleştirilen Halk Bankası olayı da, o olaydan birkaç ay önce ABD Kongresi'nin 47 üyesinin Halk Bankası'nı şikâyet etmeleri de bu ilişkiyle ilgiliydi.
Bu kirli saldırılara ve Irak hükümetinin karşı çıkmasına rağmen Barzani, Türkiye'yle uzun yıllara uzanan bir petrol anlaşması yapmaktan vazgeçmedi ve yaptı. İşte Türkiye'yle Barzani'nin bu ilişkisi birilerini rahatsız etti. Çünkü Türkiye-Barzani ilişkisi, sadece ticari ilişkiler üzerine kurulu değildi. Aynı zamanda bölgeyi de yakından ilgilendirecek yeni bir birlikteliğin, 21. yüzyıldaki Türk-Kürt İttifakı'nın ilk adımıydı.
Bu sadece PKK'yı, bölge ülkelerini değil, küresel güç odaklarını da rahatsız etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'la Başkan Barzani'yi hedefe koyan da buydu.
Şimdi gelin bu noktada birkaç kez yazdığım, -önceki gün de sevgili Hilal Kaplan tekrar yazdı- Paralelci işadamı Süleyman Hamit Müftigil'in daha Ekim 2013'te Sözcü gazetesi muhabirine söylediklerini hatırlayalım.
Daha o zaman çözüm sürecinin biteceğini işaret eden Müftigil, bugün HDP, o günlerde BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş'ın Washington'daki konferansa katıldığını ve yeni bir dönemin başlayacağını belirterek şöyle diyordu:
"Bu kongre sonrası İmralı (Öcalan) bertaraf edilecek, artık tekrar silahlı ve çatışmalı bir dönem geliyor, Barzani de bertaraf edilecek, Erdoğan da bertaraf edilecek."
Ne öngörülü bir işadamı! Acaba Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Barzani "diktatör" oldukları ve yanlış dış politika izledikleri için mi hedefe kondu yoksa bu coğrafyadaki halkların çıkarını savundukları için mi?
Hadi içeridekiler çok demokrat(!) ve "diktatörlüğü" dert ediniyor, peki darbeci Sisi'den rahatsız olmayanlara ne oluyor?