Ankara'nın merkezinde patlayan bombalar 86 insanımızın yaşamını yitirmesine, yüzlercesinin de yaralanmasına yol açtı.
Hepimizi sarsan, yüreğimizi yakan ve tarihimizin en vahşi terör saldırısıydı bu...
Böyle bir saldırıya karşı Türkiye'nin neresinde ve hangi konumda olursa olsun, vicdan sahibi bir insanın vereceği ilk tepki, hiç kuşkusuz saldırıyı terör olarak nitelemek ve lanetlemekti.
Çünkü bu saldırı, sadece bir partiyi, bir görüşü veya tek tek kişileri hedef almadı, topyekun bir toplumu, Türkiye'yi hedef aldı.
Peki, neden Türkiye?
Nedeni o kadar açık ki, Türkiye, hem içeride derin bir dönüşüme imza attı hem de bölgesinde olup bitenlere ilişkin sözü var. Dahası bölgenin de demokrasi limanı olan tek ülke.
Bu yüzden Türkiye, son birkaç yıldır derin bir iç ve dış operasyonun hedefinde.
Sadece son iki yılda akla hayale gelmeyen öyle tuzaklar kuruldu ki, Türkiye, tıpkı Irak ve Suriye'de olduğu gibi her an, her yerde bombaların patladığı, farklı toplumsal kesimlerin birbirini boğazladığı bir ülkeye çevrilmek istendi. Etnik ve mezhepsel çatışmaya sürüklemek için her şey yapıldı.
En son 7 Haziran öncesi yapılanlar da, Suruç'ta gerçekleşenler de bu projenin bir parçasıydı. Kim ne derse desin, aslında ortada hiçbir neden yokken, 7 Haziran akşamı HDP'nin 80 milletvekili kazanmasına rağmen KCK'nın "halk savaşı" başlatması da bu stratejinin bir sonucuydu. Tutmadı ama...
Bütün bu girişimlerle Türkiye'nin içe kapanması, kaosa sürüklenmesi istendi. Bu açıdan Ankara'da yapılan vahşi saldırının zamanlaması da manidar.
Suriye üzerinden derin operasyonların sürdüğü, Rusya'nın devreye girdiği bir süreç yaşanırken, Türkiye tarihinin belki de en kritik seçimine gidiyor.
İşte burada herkesin bir dakika durup düşünmesi gerekiyor. Özellikle de bu ülkeyi yönetmeye aday siyasi partilerin...
Onlara herkesten daha fazla sorumluluk düşüyor. Teröre karşı, devletin aldığı önlemlerin yetersizliği, eksikliği tartışılıp eleştirilebilir. Ama bu gerçek, teröre karşı sivil bir partinin tepkisiz kalmasının gerekçesi olamaz.
Bunu bahane ederek, devleti veya bir siyasi partiyi "katil" ilan etmek siyasi ahlakla bağdaşmaz. HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş'ın yaptığı tam da bu. Şu sözlere bakın:
"Bizi gece gündüz izleyen devletin bunu bilemiyor olmasına imkan var mı? Mafyalaşmış, katilleşmiş, seri katil gibi bunu uygulayan bir devlet anlayışı içerisindeyiz."
Sivil topluma yönelen vahşi bir katliamın üzerinden çok değil, birkaç dakika geçtikten sonra bir siyasi aktörün bunu söylüyor olmasını akılla mantıkla açıklamanın imkanı yok.
İnsan inanamıyor ama Demirtaş, tarihi bir hata yaptığı gibi yapmaya da devam ediyor.
Partiler, bugün değilse ne zaman?
Oysa bu saldırı HDP'lilere ya da birkaç sivil toplum örgütüne değil bütün partilere ve Türkiye'ye yönelik bir saldırıydı.
Bu yüzden bütün partilerin teröre karşı ortak tavır koymaları gerekiyor. Partiler bugün değilse ne zaman bir araya gelecek?
Bu açıdan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun ilk açıklaması anlamlı:
"Açık çağrıda bulunuyorum. Terörü bitirmek mi istiyorsunuz ne istiyorsanız yaparız. Bu konuda oturup çaba harcamamız gerekiyor. Analar ağlamasın. Bütün siyasi partilerin bir şeyler yapması gerekiyor. Teröre karşı onurlu ve dik duruş sergilenmesi lazım."
Benzer bir çağrıyı AK Parti adına konuşan Ömer Çelik de yaptı:
"Bütün partileri teröre karşı ortak tavır koymaya çağırıyoruz. Bu tarihi bir görev..."
Evet, siyasi partiler bu vahşi terör saldırısına bugün değil de ne zaman ortak tavır koyacak?