Geçmişte CHP'nin Gülen Cemaati'yle veya herhangi bir dini cemaatle uzaktan yakından bir ilişkisi yoktu. Tam tersine CHP, tarihinin büyük bölümünde bu yapılarla arasına mesafe koymayı ana siyasetinin bir gereği saydı. Bunu savundu da... Özellikle de 90 sonrası kendisini "Laikliğin kalesi olarak" tanımlayarak daha agresif bir politika izledi.
Gülen Cemaati'ne karşı da çok sertti. O kesimin kamuoyunda "F-Tipi" olarak adlandırılmasında CHP ve çevresinin etkisi küçümsenemez.
Bunu en yoğun olarak Ergenekon-Balyoz dava sürecinde gördük.
Ama Mayıs 2010'da CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a kurulan kaset tuzağından sonra işin rengi değişmeye başladı.
Cemaat bu operasyon sonrası daha ilk günden, Baykal'a "Okyanus Ötesi'nin bu işte dahli yok" açıklaması yaptırtarak müthiş bir algı operasyonu yürüttü. Bu yüzden dikkatler cemaatten çok hükümete veya Ergenekon'a çevrildi. Bu da henüz hükümetle yollarını ayırmayan Cemaat için CHP ile diyalogu açık hale getirdi.
O günlerde Erdoğan Toprak'ın başını çektiği birçok CHP'linin Gülen Cemaati'nin okullarına gitmeye başlaması, Abant Platformu gibi etkinliklere katılması tesadüf değildi. Bunlarda biri de CHP Genel Sekreteri Adnan Keskin'in İsveç'teki cemaat okullarını ziyaret etmesiydi. 6 Mayıs 2012'deki yazımızın başlığı o günleri özetliyordu: "CHP, cemaate yeşil ışık mı yakıyor?"
CHP ile cemaat arasında adı konmamış yeni bir ilişki giderek güçleniyordu. Gezi olaylarıyla bu ilişki daha da ileri boyutlara taşındı. İlginçti, o olaylar sırasında sadece CHP değil, o meydanı dolduran tüm sol gruplar polis baskısına karşı çıkmasına rağmen ilk kez "F-Tipi" slogan atmıyorlardı.
Sanki AK Parti iktidarının düşürülmesi için Cemaatle sol arasında zımni bir anlaşma vardı.
Oysa Silivri'yi ikinci adresi haline getiren, her ağızlarını açtıklarında polis ve yargıdaki F-Tipi örgütlenmeyi dillendiren bir kısım sol, Gezi'de sus pus olmuştu. Bir anlamda askerleri ve muhalifleri içeri tıkan, polis ve yargıdaki gücüyle herkesi dinleyen "paralel yapı" yok hükmünde sayılıyordu.
Bu kesimlerin neden böyle yaptıkları nihayet 17-25 Aralık darbesiyle anlaşıldı.
Ortada "Üst Akıl"ın da desteğini alan ve dışarıda planlanan siyasi bir strateji vardı. Bu stratejiye göre, CHP ile Gülen Cemaati, Türkiye'nin önündeki üç önemli seçime giderken, AK Parti'yi, daha doğrusu Başbakan Erdoğan'ı iktidardan düşüreceklerdi.
Bu tezgâhı, sadece birkaç Kemalist aktör ve siyasi yapı gördü. Birgül Ayman Güler'in "CHP cemaatle ittifak yaptı" açıklaması bu gerçeğe vurgu yapan ilkesel bir çıkıştı. CHP'deki sosyal demokratlar ise suskundu.
Bunun CHP'ye maliyeti ağır oldu. CHP, 30 Mart yerel seçimlerine giderken cemaatin gönderdiği yasadışı tapeleri Meclis kürsüsünden kullanarak "kirli bir ittifak"ın parçası haline geldi. İşe de yaramadı. 30 Mart'ta umduğunu bulamadığı gibi 10 Ağustos'ta 14 parti bir araya gelmesine rağmen yenildi.
Şimdi birkaç gündür Star gazetesinde "Paralel yapı"nın Twitter tetikçisi Fuat Avni'nin direkt mesajları yayımlanıyor.
İddiaya göre, o tetikçinin sık sık konuştuğu hatta talimat verdiği iki CHP'li isim var: Umut Oran ve Akif Hamza Çebi.
Oran'ın 30 Mart öncesi yaptığı açıklamalar bu ilişkiyi doğruluyor. Çebi'ye gelince... Şu sözleri bile ne kadar çaresiz olduğunu gösteriyor: "Yüzde 40'tan aşağı düşürse yeter oyları."
Umutları kendilerinin sandıktan başarıyla çıkması değil, AK Parti'nin başarısızlığı...
İşte CHP'yi iktidarsızlığa mahkûm eden ve kirli bir ittifakın parçası haline getiren bu zihniyet.