14 Aralık Operasyonu Türkiye'de yaşanan şeyin ne olduğunu netleştirdi: "Güç ve iktidar savaşı." Öne çıkartılan "medya özgürlüğü" işin sosu...
Bunu cemaati savunanlar da kabul ediyor. Taraflar belli; seçilmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın temsil ettiği siyasi güçle, eski Türkiye siyasetinin destek verdiği bürokratik güç Gülen Cemaati.
Peki, bir cemaatin iktidar savaşında ne işi var? Bu anormal bir şey değil mi? Demokrasiden, basın özgürlüğünden ve sivil siyasetten yana olanların önce bu konuda karar vermeleri gerekiyor.
Basın özgürlüğü gerekçesiyle bu gerçeğin üstü örtülmemeli. Bırakın dış güçlerle ilişkisini, içerideki bu durum bile vahim. Sadece bu nedenle bile siyasi partilerin siyasetten yana tavır alması gerekiyor.
Başta CHP olmak üzere birçok parti, kendilerine kurulan tuzaklara rağmen ne yazık ki bu gerçeği görmüyor. Aynı şeyi bir kısım aydın ve gazeteci de yapıyor. Sanki dün bu ülkenin darbelerle yüzleşme mücadelesinin içini boşaltan, binlerce suçsuz insanı sahte belgelerle cezaevine gönderenler bunlar değil.
Sanki Ali Tatar'ı ölüme sürükleyen, Hanefi Avcı'yı sol örgüt mensubu yapan, Nedim Şener'i, Ahmet Şık'ı ve onlarca genç subayı içeri atan bunlar değil. 14 Aralık Operasyonu'na neden olan Nur talebeleri Tahşiyecilere tezgâh kuranlar da bunlar. Bu tezgâhı en çarpıcı biçimde gazeteci Nedim Şener, daha 17 Aralık darbe girişimi olmadan 16 Aralık 2013'te bir TV programında anlatıyor:
"6 Mart'ta bir ihbar mektubu yazılıyor. Mektupta, Hakan Altınay, Binnaz Toprak ve benim, Başbakan'ın oğluna suikast yapacağımız iddiası yer alıyor. Bu konuda bir işlem yapmıyorlar ama benim telefonlarımı dinleme kararı bu ihbar nedeniyle veriliyor. Sonra da tutukluyorlar."
Şener, operasyonun arkasındaki gücü de açık açık söylüyor: "Bizi tutuklayan cemaat; Başbakan'ın haberi yoktu." Peki, Şener'in gördüğü bu gerçeği siyaset ve eski merkez medya neden görmüyor? Karşımızda bir dini cemaati ya da kendi deyimleriyle bir "sivil toplum örgütü"nü çok çok aşan bir "örgüt" var.
Devletin içine sızmış, herkesi dinleyen, istendiğinde polis ve yargı gücünü harekete geçiren, sahte belgeler düzenleyen, istediği yere bomba koyan ve elindeki medya gücüyle de algı operasyonları yürüten bir yapı bu. Bu yapının, MİT ve GES'i ele geçirmek istediğini de biliyoruz. 17-25 Aralık'ta hükümete yöneldi diye bütün bunlar görmezlikten mi gelinecek? Toplum adını koydu ama artık hukuken de bu adın konulması gerekiyor. Çünkü bu yapı, sadece hükümeti, TSK'yı, medyayı ve diğer cemaatleri değil sıradan insanları bile tehdit ediyor.
Hem de polisi, yargısı ve medyasıyla...
Bir süre önce Çorlu Sosyal Hizmetler Müdürü Ebru Usta'nın görevden alınmasını yazmıştım. Bütün olaylarda aynı yöntem izleniyor. Önce hedef seçiliyor, sonra medya yoluyla kampanya yürütülüyor, ardından isimsiz bir ihbar mektubuyla operasyon başlıyor.
Düşünün bir kurum müdürünün görevden alınmasında bile medya kullanılıyor. Ebru Usta, şöyle diyor: "Sanki ellerinde hazır bir yazılım program var. Sadece isimleri değiştirip uyguluyorlar."
Bu nasıl bir iş? Onlarca insanı yasadışı dinleyen, kasetlerle siyaseti dizayn eden, sahte belgeler düzenleyen, bomba ve silahları yerleştiren ve hükümeti devirmeye kalkan yapıya cemaat mi diyeceğiz yoksa örgüt mü?
Ayrıca, bugüne kadar hiçbir operasyonun cemaat gazeteleri yazmadan başlamamasına ne diyeceğiz?