Türkiye'nin en iyi haber sitesi
OKUR TEMSİLCİSİ İBRAHİM ALTAY

Neden Müslüman düşmanlığı?

Geçen haftaki yazımda, Müslümanları hedef alan şiddet eylemlerinin artışından bahsetmiştim ve eklemiştim:
"Bu eylemleri tanımlarken 'İslamofobi' ya da 'İslamofobik' kelimelerini kullanmak artık durumu anlamamızı zorlaştırıyor. Bu kavramları bırakalım; doğrudan doğruya 'Müslüman Düşmanlığı/Karşıtlığı' ve 'Müslüman Düşmanı/Karşıtı' tanımlamalarını (İngilizcesi 'anti-Muslim') kullanalım." Hafta Sonu eklerimizin değerli editörleri, sağ olsunlar, bu önerimi tartışmaya açmaya karar vermişler. Sevgili İdil Demirel'in hazırladığı dosya dünkü Pazar ekinde yayımlandı. Başlığı:
'Müslümanlara Uygulanan Şiddetin Adını Koyalım.' Serdar Karagöz, Fared Hafız, Beril Dedeoğlu, Erol Göka, Bercan Tutar ve Enes Bayraklı tartışmaya katkıda bulunmuşlar. Olumlu, olumsuz, çekimser görüşler var. Kendilerine teşekkür ediyorum.
Önerim okurlarımızın da ilgisini çekti.
Önemlice bir kısmı onayladıklarını belirtip teşekkür ettiler. İtiraz edenlerin argümanı ise genellikle şu minvaldeydi:
"İslamofobi kavramı uzunca bir süredir kullanılıyor. Bu kavrama akademik ve politik düzeyde çok ciddi yatırımlar yapıldı.
Anlamı, şiddet olaylarını da kapsayacak şekilde genişledi. Yeni bir kavram yerleştirmek zor ve enerji kaybına yol açar."

***
Bendeniz bu yazımda tartışmayı biraz daha derinleştirmek istiyorum. Bunun için İslamofobi kavramının ortaya çıkışını ve yaygınlaşmasını kısaca irdeleyeceğim.
Bilindiği üzere bu süreçte üç önemli dönüm noktasından söz edilir:
1979'daki İran Devrimi, 1989'da Berlin duvarının yıkılması ve Doğu blokunun dağılması, 2001'de New York'taki ikiz kulelere yapılan saldırı.
Devrimden sonra İran'ın Batıdan kopması ve içe kapanması hayal kırıklığına yol açtı. Bilahare Komünizmin çökmesi Batıyı yeni bir öteki arayışına itti.
Medeniyetler arası çatışma tehlikesine işaret eden tezler, politikacıların açıklamaları ve bazı sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları İslam'ın Batıyı tehdit ettiğini ima eden, Müslümanları potansiyel düşman olarak lanse eden bir ideolojik zemin oluşturdu.
Ve ikiz kulelere yapılan saldırı sonrasında oluşan kırılgan ortam medya tarafından manipüle edildi, toplumların bilinçaltına kaygı, korku, nefret ve düşmanlık tohumları ekmek için kullanıldı.
Afganistan'ın ve Irak'ın işgali; sonrasında başlayan ve Arap Baharı adı verilen olaylar Müslüman nüfusun yoğun olduğu ülkeleri istikrarsız ve güvenliksiz hale getirdi. Bu ortamda üreyen ve radikalleşen terör örgütlerinin sergilediği vahşet, bilinçli ve toptancı bir kampanya ile bütün Müslümanlara mal edilmek istendi.
'Göçmen sorunu' bu algıyı iyice güçlendirdi. Geçmişte yaşanan iş gücü göçlerini gerek ekonomik gerekse kültürel anlamda dönüştürmeyi başaramamışken; şimdi de yeni bir mülteci dalgasının ortaya çıkması kaygı, nefret gibi duyguları iyice sertleştirdi.
Bu duygular giderek artan bir yoğunlukta sözlü, fiziksel, yasal saldırılara, hatta resmi politikalara dönüştü.
***

Tarihi süreç bize İslamofobinin ne kadar zayıf ve kullanışsız, argo tabirle 'ezik', bir kavram olduğunu gösterdi.
Anlatmaya çalıştığım etimolojik, sosyolojik ve kriminal saldırıyı göğüslemekte başarılı olamadı.
İslamofobi sıradan insanların anlayıp kullanabileceğinden daha sofistike bir kavramdı. Günlük hayatta kendisine yer bulmakta zorlandı.
Yerine İslam karşıtlığı ya da İslam düşmanlığı kavramlarını ikame etmek de durumun vahametini açıklamadı.
Çünkü soyut niteliği nedeniyle pek çok insan bu kavramları üzerine alınmadı, kendisini de kapsadığını düşünmedi.
Olaya bir insanlık suçu olarak değil de bir yanlış anlaşılma olarak bakmayı yeğledi.
Anti-semitizm tanımlamasının bu kadar etkili ve yüz kızartıcı olmasında 2.
Dünya Savaşı sırasında yaşanan trajedi kadar, tanımın doğru yapılmasının, sade olmasının ve 'semit' vurgusunun da etkisi vardı. İslamofobi bir savunma psikolojisinin ürünüydü ve böyle bir güce ulaşmadı.
İslamofobinin günümüzde kullanım değerini kaybetmesinin bir nedeni de bu kavramı kullanarak anlatılmak istenen duygu durumunun artık inanılmaz boyutlarda yaygınlaşması ve kimi toplumlarda adeta bir vasat haline gelmiş olması.
Irkçılık, ayrımcılık, yabancı düşmanlığı, nefret söylemi gibi diğer kavramlar da yaşananları anlatırken bize yardımcı olabilir; ama Müslümanlara uygulanan şiddetin ve ötekileştirmenin giderek daha bilinçli ve sistematik hale gelmesi bence yeni ve daha güçlü bir kavram kullanmamızı gerektiriyor.
Bence bu kavram Müslüman Düşmanlığı/Karşıtlığı olmalı.

***

Kuyu'yu kim kurtardı?

15 Şubat sabahı... Bir ajansımız şöyle bir haber geçti: "Beykoz'da bir su kuyusuna düşen köpek Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi FRC Robotik Takımı tarafından yapılan kollar yardımıyla 11 gün sonra kurtarıldı." İmzasızdı.
Mutlu olduk ve gurur duyduk.
Öncelikle Kuyu kurtulduğu için, sonrasında gençlerimiz kendi geliştirdikleri kollarla onu kurtardığı için.
Fakat çok geçmeden Kuyu'yu aslında Türkiye Taşkömürü Kurumu'ndan gelen tahlisiye ekibinin kurtardığını öğrendik. İtfaiye ve AFAD'ın yardımıyla... Genç arkadaşlarımız da bazı denemelerde bulunmuştu ama Kuyu kurtarıldığında kuyunun başında değillerdi.
Peki nasıl yayıldı bu yanlış bilgi?
Konuyu araştıran muhabir arkadaşlarımızın benimle paylaştığı bilgilere göre adı geçen lisenin Robotik Takımının sosyal medya hesabından 'Robotumuzun son hali ve mutlu son' cümlesi eşliğinde bir paylaşım yapılmış.
Yanlış yorumlanmaya fazlasıyla açık bir paylaşım.
Nitekim yorumlanmış da. Önce gazeteciler tarafından. 'Masa başı habercileri' olayın aslını araştırmaya gerek görmeden haberi yaymışlar.
Sonrasında okul müdürünün ve diğer paydaşların açıklamaları sayesinde gerçek ortaya çıkarılmış, ajans da düzeltme yapmış.
Fakat haber bu... Bilgisayarda durduğu gibi durmuyor. Almış başını yürümüş.
Selçuk Şirin adlı bir akademisyen "Kuyudan köpeği kendi yaptıkları robotla çıkaran bu çocukların hikayesini iyi takip edin. Ardında güzel bir Türkiye hayali var. Yazacağım..." demiş. İşin üzücü tarafı, gerçeğin tamamını yansıtmayan bu paylaşım takımın hesabı tarafından RT yapılmış.
Liseli arkadaşlarımıza sözüm şu olacak: Elbette çabalarınızı takdir ediyor ve sizi kutluyoruz. Ama unutmayın:
Ahlaklı olmak, en az zeki, yetenekli, çalışkan, bilgili olmak kadar önemlidir.
Bir başka kullanıcı "Allah kurtaranlardan razı olsun. Liseli öğrenciler ilimle uğraşırken ODTÜ'lüler devletle, İslam'la uğraşıyor" derken, diğeri "Tarikat, tekke, soytarı muskası, üfürük değil Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi'nin 'robotik kolu' kurtardı Kuyu'yu. Korkmayın. İtiraf edin" diyerek tepki göstermiş. İş dallanıp budaklanmış.
Akşam haberlerinde Kuyu şöhretten payına düşeni aldı ve o kurtarıcılarının kucağında kah oynayıp kah uyurken hepimiz görüntüleri izleyip nasıl kurtarıldığını gördük. Fakat her zaman gerçek bu kadar çabuk ve net ortaya çıkmayabilir.
Bu yüzden teyit edilmemiş hiçbir haberi yayımlamamak gerekir.

***

Bir düzeltme

Ayvansaray Üniversitesi adına Gamze Tüfekçi'den gelen mesajı olduğu gibi yayımlıyorum:
"İletişim danışmanlığını yürütmekte olduğumuz İstanbul Ayvansaray Üniversitesi ile ilgili olarak bir düzeltme ricamız bulunuyor.
9 Şubat'ta gazetenizde Buğra Olaç imzalı yayınlanan ekteki haber çalışmasında Ayvansaray Üniversitesi'nin yanında yazan Öget Öktem Tanör'ün Ayvansaray ile ilgili hiçbir ilgisi bulunmamakla beraber, üniversitemizde Fen Edebiyat Fakültesi de bulunmamaktadır.
Gazeteci ile görüşmemiz sonucunda KHK listesinde alt alta yer alan Bilim Üniversitesi ve Ayvansaray Üniversitesi arasında bir karışıklık yaşanmış, diğer üniversitenin akademisyeni Ayvansaray akademisyeni şeklinde yayınlanmıştır. Bu durum Ayvansaray Üniversitesi acısından bir mağduriyete yol açtığı için sizden gazetenizde düzeltme bilgisi yayınlamanızı rica ediyoruz."

***

Hakkaniyet denetimi

"Ombudsman kanunlara uygun olan durumların hakkaniyete uygun olup olmadığını denetler." Böyle dedi Kamu Başdenetçisi Şeref Malkoç geçtiğimiz günlerde gazetecilerle yaptığı kahvaltıda.
Gerçekten güzel bir açıklama.
Çünkü bir uygulamanın ya da eylemin yasal olması, onun adil ya da etik olduğu anlamına gelmez.
Ombudsmanın görevlerinden biri de bu çelişkileri tespit edip, kararlar almak, öneriler geliştirmektir.
Türkiye'de Kamu Ombudsmanlığı henüz beş yaşında... Toplantıdan edindiğim izlenime göre kurum, yeni dönemde bilinirliğini, verimliliğini ve etkinliğini artırmak arzusunda. Umarım başarılı olur.
Kamu ombudsmanlığının yerleşmesi ve en etkili şekilde çalışması, medya ombudsmanlığına da katkı sağlayacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA