Kanuni'nin "devrimde Bâki gibi bir şair yetiştiği için iftihar ediyorum" dediği şairin cenaze töreni... Şeyhülislam Sunullah Efendi cenaze namazını kıldırmak üzere şairin musalladaki tabutu başındadır ve Baki'nin şu mısralarını seslendirir:
"Kadrini seng-i musallâda bilip ey Bâkî
Durup el bağlayalar karşına yârân saf saf."
Divan şiirinde devrin en ünlü markasının dahi kadrini ancak ölünce bilen, tuhaf tutumumuz bugün için de geçerli... Öldükten sonra badem gözlü olmak gibi bir şey bu...
Tarihin örneklerinden günümüze gelelim; kendi değerlerini ancak kaybedince anlayabilme gafletinden kurtulmamız gerekiyor. Geçen yıllarda "100 yıldan kadim 100 marka" arayalım dedik; 50'yi zor bulduk. Sebebi, markanın sağlığında değerini bilmemek, ancak Baki gibi musalla taşına uzandığında kıymetini anlamak...
Döner bizimdi, İngilizler tescil etti. Yoğurt bizimde, Yunanlının oldu. Coğrafi işaretleri umursamadığımızdan yörenin törenin var ettiği yığınca değerimiz, şu an yağmada... Üstelik Turquality diye fiyakalı kurumlar kurup, yenilerini üretme gayretindeyiz.
Barış Ergin'in haberinden öğreniyoruz ki Türk Halısı kavramı, musalla taşına uzanmak üzere... Akıbetini ancak ya İran'ın ya da başka bir ulusun olduğunda kavrayabileceğiz. İran, şimdiden halımızı kendine mal etmeye başladı bile.
Eldeki kuş daldaki kuştan iyidir der bilgeler... Eldeki kuşun değerini uçup gittiğinde anlayabiliyorsak, döner gibi yoğurt gibi halı da uçup gidecektir, bilgimize...