Bütün genellemeler hatalıdır, bu bile... Bu yüzden işini hakkıyla yapanları özenle ayrı tutarak bu yazının hüküm cümlesiyle yazıma başlıyorum: Türkiye'de pek çok işletme, kendi insan kaynaklarının işgali altındadır.
Sabırsız okur ilk paragraftan sonra yazıyı terk edebilir. Meraklısı için gerekçelendireyim: İnsan kaynakları İngilizceden bire bir tercüme... İnsan ve kaynak barındırıyor. Eskinin tonton personel müdürünü alıp onun yerine okumuş çocukları koyuyor ve işe alım (aynı zamanda atım) işlemlerine bilim, disiplin, yöntem ve strateji katıyorsunuz.
Teoride, işletmeye lazım olan insanın kaynağına erişmek... Pratikte ise ortalık insan kaynıyor ama işe yarar adam yok adam... Zira insan kaynakları (İK) elinde bulundurduğu güçle (işe alma işten atma) işletme piramidinde kendine imtiyazlı bir alan oluşturmuş.
Bir bakıma bu ruhban sınıf, işletmelere kimin alınacağı noktasında hayati kararlar verebiliyor. İşin ilginç yanı işletmenin işine yarayandan ziyade işlerine geleni alma konusunda çok mahirler... Bir de nepotizmin (kayırmacılık) uygulayıcılarıdırlar. Sadece kamuda var sanıyoruz ama özel sektör nepotizmi, kamuyu geçmiş durumda...
Amiyane tabirle "ben sen bizim oğlan" tavsiyeleri, patronun akrabaları, arkadaş çocukları, işe yarasın yaramasın, İK süreçleriyle işe girebilirken, kurumun ihtiyaç duyduğu kabiliyetlere ahiret suali sorabiliyor, kendini yetiştirmiş gençleri aşağılayıcı testlerle infaz edebiliyorlar. Kurumun omurgası nitelikli çalışanı çok kolay harcayabiliyorlar.
Bu yüzden patronların dikkat etmeleri gereken en önemli birim İK'dır ve buranın yöneticileri, diploma sapığı mı yoksa kabiliyet avcısı mı diye sormalıdır.
Diplomaya geçit veren beceriyi kapıdan kovan, yeni mezundan tecrübe talep edecek kadar embesillerin İK'sında konuşlandığı işletmeler...
Aman dikkat batabilirsiniz...