Havana'dayız. Sosyalizmin son kalesi Küba'nın başkenti; 50'lerde donmuş bir zihin yapısının devasa modeli gibi… Yeni başkan Raul Castro, efsanevi lider Fidel'in dondurduğu zamanı, yeniden hareketlendirme gayretinde…
Küba'da sokaklar, en genci 1959 model Amerikan arabalarıyla dolu. O yıldan bu yana araç alınmamış. Şimdilerde bu durum değişiyor ve sosyalizmin kurduğu ekonomi sahnesi yerini, yavaş yavaş küresel değerlere terk ediyor.
Küba'nın ekonomisinde her şey devlet güdümünde… Vatandaşına eğitim ve sağlık imkânı sağlamış. Temel ihtiyaç maddelerini temin gayreti göstermiş. Herkes devlete çalışıyor ve herkes devletten geçiniyor. Ama bu arkaik ekonomi makinesinin bir sorunu var; kaynak bitmiş, yakıt tükenmiş…
20 yıl öncesine dek Rusya ve benzeri ideolojik pakt ülkelerinden gelen petrol, makine, teçhizat yardımları da suyunu çekince halk büyük ıstırap içine düşmüş. Fidel Castro'nun yapabildiği, televizyon ve radyodan saatlerce ideoloji propagandası ve ABD nefretini diri tutmak olmuş.
Kübalılar, Amerikan arabası kullanıyor, Amerika'nın 59'dan önce yaptığı binalar ve altyapı ile ayakta ve Obama'nın girişimiyle başlayan yeni süreçte ülke, "nefret ettiğine" dönüşüyor. Ekonomide her şeyin devlet eliyle temin edildiği model, milli gelir pastasını büyütmediğinden elde avuçta ne varsa bitince, toplumun talepleri farklılaşmış.
Ekonomiyi Küba gibi yönetmenin sonuçlarını şu cümle iyi anlatıyor; "Devlet bize eğitim hakkı ve sağlık hizmeti sundu, karşılığında 3 şeyi alarak; sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği…"
Muhalefet partilerinin seçim vaatlerine bakınca "yaşanacak Türkiye" söyleminin nasıl bir ülkeyi tanımladığını anlamak için Küba; çok iyi bir laboratuvar… Hazırda olanı dağıtmak ve bittiğinde, "yoklukta eşitlik" kaderine rıza göstermek… Küba bile değişirken bu kullanılmış gelecek vaadini yeniden düşünelim derim…