Türkiye'nin ekonomik krizler tarihinde, "siyasi istikrarsızlık, popülizm ve yanlış kararlar" kadar süreci tetikleyen "dış aktörlerin" de rolü vardır.
Ekonomideki dalgalanmaların boyutunu büyüten veya krizleri derinleştiren o faktörler genelde "Frankfurt- Londra ekseni"nde geliştirilir, İstanbul ve Ankara'da da sahnelenir.
AB'den çıkış stratejisi nedeni ile Londra'nın tutumunda şimdilik değişikliklerden söz edebiliriz.
İngilizler; AB'ye üye olmaksızın gümrük birliğini sürdüren Türkiye'nin tecrübesini, bölgesel güç kimliğini ciddi biçimde etüt ediyor. Son dönemde siyasi destekten, teknoloji transferine kadar hatırı sayılır vaatlerde de bulunuyor.
Almanya ise tam bir ikilem içinde bocalıyor. Türkiye'yi, AB'ye entegre etmeme planı artık Berlin için de taşınamaz hale geliyor. Almanya anlamsız riskler alıyor. Görünür gelecekte ya AB yeniden inşa edilecek ya Türkiye'nin AB karşısındaki konumu yeniden tanımlanacak. Aksi takdirde Alman tarafı, FETÖ'cüleri himaye ederek, terör örgütü PKK yandaşlarına sahip çıkarak, Türk vatandaşlarını asimile etmeyi deneyerek tahminlerinin de ötesinde sorunlarla boğuşabilir.
Yakın zamana kadar örtülü biçimde sürdürdüğü Türkiye karşıtı politikalarını, bugünlerde sadece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan karşıtlığı üzerinden zinde tutmaya çalışan Almanya, bu yaklaşımı ile büyük problemlerle baş başa kalabilir. İç politik dengeleri bakımından avantaj kazansa da Türk halkı nezdinde yarattığı travmanın olumsuz etkilerini kolay kolay tamir edemez. Neden? Çünkü Erdoğan'ı hedef tahtasına oturtan Almanya'nın, asıl hedefinin Türkiye olduğunu bu millet iyi biliyor! Erdoğan lokomotifini durdurmanın Türkiye trenini durdurmak anlamına geldiğini de görüyor.