Başını Almanya'nın çektiği, Avusturya, Danimarka, Hollanda, Belçika, (AB üyesi olmamasına rağmen) İsviçre gibi ülkelerin de profesyonelce yürüttüğü Türkiye karşıtı operasyonu doğru analiz etmek durumundayız.
Aksi takdirde, artçı şokları bitip tükenmeyecek olaylar dizisine tek tek tepki vererek mesafe almamız mümkün değil.
Bu noktada belirgin iki hususa dikkat etmek gerekiyor:
1- Avrupa'daki negatif algı kampanyasını sadece Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın şahsı ile sınırlı ataklar olarak göremeyiz. Kuşkusuz Erdoğan, "ana hedef" durumunda. Ancak kurgu başka. Yani...
Cumhurbaşkanı ile Cumhurbaşkanı'na destek veren siyasi taban arasında farklılık yaratma planını da hesaba katmamız lazım. Çünkü tablo kişisel olmanın ötesinde "milli mesele" halini aldı. İçerideki atışmalarımızı sürdürsek bile dışarıda ortak tavır sergilemeliyiz.
2- Avrupa'nın ırkçı ve İslamofobik sicilini sorgularken, "Türk ve Türkiye karşıtı blok" oluşmasına da fırsat vermemeliyiz. Avrupa değerler sistemindeki aşınmanın anlatımı, -faturayı Türkler ödese de- yine Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve evrensel değerler üzerinden olmak durumunda.
***
15 Temmuz darbe girişiminden bu yana konuştuğumuz ama mesafe alamadığımız bir alana da yeniden odaklanmalıyız:
"
Kamu diplomasisi!" Esasen biliyoruz ki Avrupa'daki Türkiye karşıtlığının kökleri 1980 darbesinden sonra üçüncü ülkelere iltica eden, 1990'lardaki hatalı terörle mücadele politikasını fırsata çevirerek Avrupa'da taban bulan aktörlerden kaynaklanıyor. Uç sol ve marjinal Kürt grupların, 30 yılı aşkın sürede kazandığı zemini hafife alamayız.
Bu stoka şimdi "
FETÖ" unsurlarının eklendiğini de görmeliyiz. Üstelik bu örgütlü yapı, 1980 ve 1990'lardakilere göre daha iyi eğitimli, daha paralı. Sivil toplum görünümüyle daha yüksek nüfuz sahibi. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne ve devleti yönetenlere karşı da hınç içinde.
Türkiye kökenliler arasındaki etnik, mezhebi, ideolojik ayrışmayı ustaca yöneten yabancı istihbarat örgütlerinin elinde bugün bir "
FETÖ diyasporası" bulunduğunu da kabul ederek, dinamik çözümler üretmek zorundayız.
***
Pazartesi gecesi Bakanlar Kurulu'nda da görüşüldüğü gibi, "
Milli onurumuzu rencide eden her eylemin karşılıksız bırakılmayacağını" muhatapları ve uluslararası kamuoyu nezdinde not ettirmeli, asla "
rasyonel çizgiden sapmamalıyız!"
Evet, Avrupa'daki ikiyüzlülüğe tepkiliyiz, Almanya'daki yasaklamalara öfkeli, Hollanda'daki faşizan uygulamalara çok kızgınız. Lakin "
devlet aklı" tam da bu zamanlarda gerekli. Konu, "
risk almak" değil, "
riski yönetmekle" ilgili.
İşte bu nedenle Hollanda vatandaşları ve Hollanda sermayesi de dahil olmak üzere kişileri ve şirketleri cezalandırmayı öncelemeyen, "
tarife dışı engelleri", "
diplomatik ve siyasi zekâyı içeren yaptırımları" merkeze alan, yeri geldiğinde ise asıl hesabı ödettiren bir tarzdır geçerli olan.