Ekonomi yönetimi, enflasyonla mücadelede kritik bir noktaya odaklanmış durumda...
"İşlenmemiş tarım ürünleri ve gıda fiyatları!"
Malum, Para Fonu uzmanları, kısa bir süre önce IMF Şartı'nın 4. maddesi kapsamında rutin incelemesini tamamlamış, klişe cümlelerle bazı hususlara takılmıştı.
Yeni asgari ücretin fiyat istikrarını zorlaştıracağı, yönetilen ve yönlendirilen fiyatlara ilişkin ayarlamaların enflasyonu artıracağı, cari açıktaki iyileşmenin zayıflayacağı, emeklilere ve diğer darsabit gelirli kesimlere yapılan düzeltmelerin kamu maliyesinde baskı kuracağı, uluslararası sermaye çıkışı ihtimalinin finansmanda kırılganlık yaratacağı gibi bilinen ifadelerdi bunlar.
Bugün hâlâ birileri aynı dili kullanmaya ve sadece asgari ücret artışının bile reel sektörü durduracağını iddia etmekte. Ancak meselenin "verimlilik boyutunu" görmezden gelmekte. Gerek Türk özel sektörü gerekse Türk işçisi saat başına üretkenlikte birçok rakibinin gerisinde. Üretimde verimlilikte ABD'nin yüzde 40'ı, OECD'nin yüzde 60'ı seviyesindeyiz. Yani... Amerikalı işçi ve ona üretim bandında iş imkânı sağlayan patron 1 saatte 100 dolarlık değer üretiyorsa, Türkiye'deki yapı sadece 40 dolarlık üretebiliyor. Bu da demektir ki işveren, verimli çalışma ve arge'ye dayalı üretimi genelde ikinci plana itiyor, kaynaklarını üretken olmayan alanlara yatırıyor ve sadece bilek gücüne güvenerek yol alıyor. Hal böyle olunca, 1000 TL'den, 1.300 TL'ye yükselen asgari ücret, "rekabet riski" diye sunulabiliyor. "Belki de asgari ücretin eski seviyesi yanlıştı" diye bakılmadığı için sanayinin kaynak kullanma biçimi ve verimlilik boyutu ihmal edilebiliyor. Ama bu, ayrı bir yazının gündemi...