Diyarbakır Sur içi... 4 ayaklı minarenin yakınları... Baro Başkanı Tahir Elçi vurulduktan bir iki gün sonrası... İki çocuk. Biri 12-13, diğeri 9-10 yaşlarında... Küçük olan bir el arabasını tutuyor. İçi, boş kovan dolu... Diğeri avucundaki mermi kovanlarını el arabasına atıyor... Fotoğraf karesi böyle.
***
Başbakan
Ahmet Davutoğlu ile yakın zamandaki bir yurtdışı seyahati sonrası sohbet ediyoruz. Başbakan, Diyarbakır'ı simgeleyen Türk- Kürt birlikteliğinin nasıl tahrip edilmek istendiğini örnekle anlatıyor...
"
...Fatih Paşa Camii tarihi bakımdan çok önemli. Fatih Paşa denmesinin sebebi, Yavuz Sultan Selim'in Çaldıran Zaferi sonrasında oraya fetih için gönderdiği paşadır. Diyarbakır, Mardin, Nusaybin o bölgeyi fetheder. Onun için de Kürtler ona Fatih Paşa der. Ve fethederken de kimle işbirliği yapar? İdris-i Bitlisi ile. İdris-i Bitlisi Kürtlerin lideridir... Terör örgütü öyle bir yeri tahrip etti ki Türklerle Kürtlerin tarihi ittifakının başladığı yer!"
***
Bugün Türkiye, milli güvenlik sınırlarının nereden başladığı ile ilgili kritik kararlar alıyor. Ve tıpkı bir asır öncesinde olduğu gibi aynı anda birden çok iç ve dış düşmanla mücadele ediyor. Güneydoğu sınırının güvenliğini fiilen Musul'dan başlatmayı düşünen Ankara, Diyarbakır'ın ara sokaklarına sıkıştırılmak isteniyor.
***
Baştaki konuya dönecek olursak... O iki çocuk ve girdikleri kare bugüne ve yarına dair çok şey anlatıyor. Çatışma ortamı Sur içindeki çocuklar için "
rutin" mi olacak yoksa kader diye dayatılan o ortamdan çıkmaları için el birliği ile bir şeyler mi yapılacak? O çocukları bulmak, ulaşmak zorundayız. Tek tek bakanlık isimlerini, kurumları sayarak, olayın özünü değiştirmeyeyim ama henüz kamu kurumlarından bu çocuklara ulaşan olmadı. Biz de araştırmayı sürdürüyoruz. Sokağa çıkma yasağı, güvenlik riski tespitleri zorlaştırıyormuş. Olsa olsa emniyet bilebilirmiş. Okullardan tarama yapmak, sosyal hizmet uzmanları eliyle ailelere ulaşmak şu anda mümkün değilmiş. Vs vs... Ama ne yapıp edip çocuklara, iç dünyalarına girmek, sahip çıkmak durumundayız. Yoksa bugün ev ev, mahalle mahalle, ilçe ilçe yapılan operasyonlar birkaç yıla kalmadan anlamını ve önemini yitirecek. 4 ayaklı minarenin dibinde mermi kovanları içinde unuttuğumuz çocuklar, ülkenin gençleri olarak, hınç ve kinle yine kendi ülkesinin karşısına dikilecek.
***
Tüm güçlüklerini bilerek ve mücadele eden güvenlik güçlerine "
Allah yardımcıları olsun" diyerek son bir hususa daha dikkati çekmek istiyorum. Hukuk sınırlarında kalarak, sivil vatandaşın yaşam hakkını gözeterek kent içlerinde teröristle mücadele etmek gerçekten çok zor. Lakin, 23 Temmuz'da ilan edilen yeni güvenlik konseptini milat kabul ettiğimizde 5 ayda 5 ilçenin terör unsurlarından arındırılamaması, sorunun nitelik değiştirmesine yol açıyor. "
Kamu düzenini kurayım, milli birlik ve demokratik tahkim sürecini geniş tabanda sürdürürüm" diyen devlet aklı, terör labirentine sokuluyor. Böylece, sade vatandaşı kalkan yaparak polisle, askerle çatışan odaklar, "
Bizi buradan çıkardıktan sonra yeni süreç başlatmayı planlamayın. Süreci başlatın, isteklerimizi kabul edin öyle çıkalım. Yoksa başaramazsınız" propagandasına sarılıyor. Maalesef, tankla, zırhlı araçlarla yürütülen operasyonlarda düne kadar devletin yanında yer alan halk giderek tavır değiştirme işaretleri veriyor. İşte en hassas nokta bu. İlçeleri terörden temizleme takvimi, devlet- millet birlikteliğinin seyrini belirleyecek kadar hayati. Aksi takdirde başka şeyleri tartışmak zorunda kalacağız. Aman dikkat!