17 ve 25 Aralık 2013 tarihli siyasete müdahale girişimlerinin AK Parti'yi sarsma ve yeni yörüngeye oturtma hedefinde başarılı olamayıp ana muhalefet partisini, paralel yapının uydusu haline getirmesi Türk siyaseti adına hakikaten dramatik bir durum.
Rakibi yıpratma, toplumda soru işaretleri uyandırma, siyasi tercihleri etkileme taktikleri siyasetin doğasında her zaman olageldi. Ama bu mücadelenin bile yazılı olmayan kuralları, hatta etik kodları söz konusuydu.
Çok uzağa gitmeye gerek yok. 1 yıl öncesini hatırlamak yeterli. 30 Mart 2014 Yerel Seçimleri'ne kısa süre kala, CHP'nin "dosya" diye kamuoyuna sunduğu iddiaları, hukuken delil değeri taşımayan malum kayıtları, büyük muhalefet başarısı ile elde etmediği, bir üst akılla kurduğu taşeron ilişkisi sayesinde gündemde kalmaya çalıştığı açık gerçekti.
Dönemin CHP Saymanı İstanbul Milletvekili Umut Oran'ın birdenbire ön plana çıkması, "Tayyip Erdoğan 30 Mart'ı göremeyecek" diyerek, kendisinden beklenmeyecek özgüvenle konuşması, kimilerine göre şaşırtıcı idi. Bırakın CHP grup toplantılarındaki video şovlarını, aslında Oran'ın beyanları bile bir siyasi parti ile siyaseti teslim almaya uğraşan yapı arasında organik bağ kurulduğunu gösteriyordu.
Seçmen, engin sağduyusu ile müthiş seçicilik yeteneğini sergiledi. Demokratik siyasete çekilen operasyonu gördü. Operasyonun hedefi siyasi aktörlere ilişkin soru işaretlerini paranteze alarak, "istikrardan" yana tavır takındı. Böylece, paralel yapının CHP'yi de kullanarak kurguladığı senaryo iflas etti. Peki, göbek bağı kesildi mi? İbretle takip ettiğimiz gibi, paralel virüs CHP'nin sinir uçlarına kadar yayılmış, kurumsal düşünme ve karar alma merkezlerini esir almış!