Gündelik ve kısır siyasetçi çekişmeleri ile kimi duygusal demeçler popüler gazetecilik açısından ilgi çekici olabilir. Ama bu kişisel sürtüşmeler Türkiye'nin makro perspektifi açısından yok hükmündedir. 8 sene önce Abdüllatif Şener de benzer şeyler yapmıştı. Medyada "AKP'de büyük çatlak" manşetleri atıldı. Ne oldu? Türkiye'nin rotası değişmedi. Bu rota yanında Şener sota oldu. Biz 2020'ler Türkiye'sine dair projeksiyonlarımızı ifade etmeye devam edelim.
Dün de yazdığımız gibi Türkiye'nin daha güçlü ve ileri bir ülke olmasının önündeki en büyük bariyer Alevi meselesidir. Türkiye bu meseleyi de daha fazla özgürlük ve demokrasi ile çözmek zorundadır. Eğer Kürt meselesinin çözüm yoluna sokulduğu özgürlükçü perspektifle Alevi meselesi de çözülürse Türkiye kanatlanarak uçar.
Alevi meselesi başka devletlerin istihbarat örgütlerince kışkırtılıyor diyebilirsiniz. Bu yanlış bir argüman değil ama her şeyi "dış mihraklar" ile açıklama hastalığını da bırakmalıyız. Özgürlükçü ve güçlü bir devlet, nifak sokulabilecek toplumsal zemini kurutur. Ortada sosyal zemin yoksa hiç kimse o ülkeye nifak sokamaz, hiçbir kesimi de kışkırtamaz. Rus devlet adamı Yevgeni Primakov'un anılarında yazdığı şu itirafı herkes kulağına küpe yapmalı: "Zamanında ABD'yi zenci meselesi vesilesiyle zayıflatmak, çökertmek için bir Moskova inşa edilecek para harcadık ama sonuç elde edemedik. Çünkü ABD sorunu çözdü. Zencileri sisteme dahil etti."
Mesele budur. Eğer AK Parti hükümeti, Kürt meselesindeki büyük cesaretini Alevi meselesini çözme yönünde de gösterirse kimse Aleviler üzerinden bir kaos senaryosu kurgulayamaz.
Aleviliğe dair toplumsal gerçeklerimizi tüm çıplaklığıyla ifade etmekten kaçınmamalıyız. Bu meselenin bir mezhep ve inanç farklılığından ziyade etnik bağlamda ele alınması gereken mahiyet arz ettiğini inkâr ediyoruz. Alevilik- Kızılbaşlık dışarıdan dahil olunabilen bir inanç ya da tarikat değil. Herhangi biri isterse Bektaşi tarikatına intisap edebilir, diğer tarikat ya da inançlara da. Fakat Kızılbaşlığa/ Aleviliğe intisap edemez. Kızılbaşlık soydan gelir, verili bir kimlik aidiyetidir. Bu manada Kızılbaşlık, Yahudi kimliğiyle benzer konuma sahip. Bugün tıpkı Yahudilik meselesi gibi Alevilik de direkt inanç bağlamında alınamaz. Antisemitik histerilerden ateist Yahudiler de payını nasıl alıyorsa, ülkemizdeki Alevifobi histerisinden de hiç inancı olmamasına rağmen birçok Kızılbaş payını almaktadır. O sebeple bugün Alevi uyanışının aktörleri içinde ateist ve agnostik çok sayıda isim ve dernek var. Bu kişi ve gruplara "Alevi değilsiniz" denilemez.
Öte yandan işin inanç kısmına bakarsak Türkiye Sünnileri de ehlibeyt soyuna, özellikle Hz. Ali'ye derin sevgiyle bağlıdır. Günlük hayatında Kızılbaş kelimesini aşağılayıcı dille anan birçok Sünni, ehlibeyt hikâyelerini dinlerken samimiyetle ağlar. Hacı Bektaş da aynı şekilde Türkiye Sünnilerinin çoğunluğu nazarında evliya mertebesinde bir dini figürdür. Muaviye ve soyunu hayırla yâdeden Türkiye Sünnisi bu toplumda yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla Alevilik/ Kızılbaşlık meselesini inanç ayrılığından çok, verili bir aidiyet bağlamında, bir etnik (ya da etnodinsel) mesele olarak konuşmak gerçekçi yaklaşımdır diye düşünüyorum.