28 Şubat darbesinin 14. yıldönümünden bir gün önce bu alçak darbenin zorbalıkla devirdiği Necmettin Erbakan'ı kaybetmiştik. Dört sene oldu. Kemalist endoktrinasyonun başarılı olduğu seküler bir ailede büyüdüm ben. Bu tip ailelerde Erbakan'a çakmak ya da onun konuşma tarzıyla dalga geçmek örf ve adet gibiydi. Aslında farkında değillerdi ki Erbakan meşru ve demokratik siyaset tarzıyla laik ve Atatürkçü ailelerin de yaşamının sigortası olan bir liderdi. Çünkü bir lider olarak Erbakan zulme uğramış dindar kitleleri her zaman silah ve şiddet bataklığından uzak tutmuştu. Sürekli zulme uğrayan, defalarca kez legal siyasi partisi kapatılan, silaha yönelmesi için derin devlet tarafından yapılabilecek her türlü provokasyon yapılan bir hareketi ısrarla ve ısrarla meşru ve demokratik sınırlar içinde tuttu Erbakan.
İslam coğrafyasında nerdeyse tüm İslamcı hareketler bir şekilde silaha bulaşmışken, Erbakan hareketi asla bu batak yola tenezzül etmedi. Erbakan, bir taraftan İslam dünyasındaki manevi, fikrî ve siyasi önderlerle sürekli temas içinde oldu, içe kapalı değil dışa açık bir anlayışa sahipti. "Milli Görüş" derken tek bir İslam milleti anlayışını ifade ediyordu, Türklük üzerinden tanımlanmış bir anlayışı yoktu. Nitekim siyaseten yasaklanmasına temel teşkil eden açıklaması da Bingöl'de yaptığı "Sen eğer 'Ne mutlu Türk'üm' dersen, benim Kürt kardeşim de 'Ne Mutlu Kürt'üm' deme hakkı kazanır" açıklamasıydı. Ama diğer yandan da Milli Görüş mensuplarının dışarıdan ithal silahlı İslamcı hareketleri benimsemesinin önünde duvar gibi dikiliyordu...
Silahlı mücadele yoluna karşı çok net tavır alırken, diğer yandan da radikal unsurları da toptan dışlamadı Erbakan, o radikal unsurları da siyasal hareketinin içine almaya ve onları absorbe etmeye çalıştı. O sebeple onları da kapsamak için kimi zamanlar söylemini daha da radikalleştirdi. (Bu tür söylemler de kendisine karşı resmî ideoloji tarafından hep koz olarak kullanıldı ve partileri hep bu yüzden kapatıldı.)
Erbakan, eğer Ortadoğu'daki kimi silahlı hareketlerden etkilenmiş çoğu genç olan İslamcı kitleleri dışlasaydı, bu radikal unsurlar anadamar hareketten koparak, belli bir tabanı olan silahlı örgütler haline dönüşebilirdi. Aslında, askerî vesayetin istediği de hep buydu. Askerî vesayet rejiminin yeraltı örgütlenmesi olan "derin devlet" İslamcı muhalefeti de silahlı yola itmek istedi hep. Aynı derin yapılanma önce sol muhalefeti sonra da Kürt muhalefetini silahlı yola itmeyi başarmıştı. Ülkücü hareketi de kendi payandası olarak bizzat silahlandırmıştı.
12 Eylül öncesi çoğu dindar ve yoksul ailelerden gelen ülkücü gençler, ne trajik ki kendilerini aşağılayan bir sistemin fedaileri olarak teşkilatlandırıldılar ve derin devletin silahlı sokak ayağını oluşturdular. Devrimci hareketlerin silahlanmasına da 12 Eylül öncesi özellikle kasten göz yumuldu, hatta kimi uydurma "sol" örgütleri yine bizzat generaller kurdu. Silahlı sol örgütlerin militan kadrosunu da genelde yoksul ve Alevi ailelerden gelen gençler oluşturuyordu. Aynı general zihniyeti 12 Eylül öncesinde de üç defa toplu Alevi kıyımlarını organize etti.
12 Eylül öncesi dönemde de Erbakan'ın liderliğindeki İslamcı hareket yapılan tüm derin devlet operasyonlarına rağmen asla silaha bulaşmadı, hatta bu kutuplaşmış ortamın içinde olmayı reddettiği için de oy kaybetti. Metin Yüksel cinayeti gibi birçok provokasyona direnebilmek ve İslamcı gençleri silahtan uzak tutabilmek kolay bir iş değildir. Eski rejim zihniyeti, Kürt meselesini terörize etmeyi ve bu yolla Türk kitleleri manipüle edebilmeyi başardı fakat İslami muhalefet bağlamında da bunu istedi ama başaramadı. İşte bu başarısızlığın temel sebebi rahmetli Necmettin Erbakan'dır...
Siyasi ideolojisi benimsensin ya da reddedilsin, sağduyu sahibi hiç kimse Erbakan'ın bu anlamda Türkiye'ye yaptığı büyük katkıyı gözardı edemez. Rejim ne yaparsa yapsın, Erbakan Hoca rejimin istediği "silah tuzağı"na düşmedi, hareketini hep demokrasi dairesi içinde tuttu. Bugün bir demokrat olarak Erbakan Hoca'yı rahmet ve minnetle anıyorum. Türk demokrasisine katkılarının çok büyük olduğunu düşünüyorum.