Yıllar önce şimdi yeni baskısını yapmaya hazırlandığım bir kitap yazdım:
Yeni Bir Sosyal Demokrasi İçin. Galiba sol/ sosyal demokratik çevrelerde Kemalizmi sistemik bir analize ilk kez o yapıtta ben tutmuştum. O tarihte Sosyal Demokrat Halkçı Parti'de ve Kültür Bakanlığı'nda danışmadım.
Kitap Kemalist çevrelerden şiddetli eleştiri aldı. Cumhuriyet gazetesinde köşe yazarı bir profesör hakkımda sayısız yazı yazdı. Görevimden alınmamı /atılmamı istedi.
(Bakan Fikri Sağlar'ın Bakanlık üst düzeyinden o yazara verilen desteğe rağmen direnişindeki onuru asla unutmam.) Yetmedi, gene o sırada genel başkan seçileceği kurultaya sunacağı bildirgesini yazdığımız Murat Karayalçın'a beni aynı nedenlerle şikâyet etmek için başdanışmanına telefon etti. Tam o sırada başdanışmanın yanındaydım. Yani, efendim, uzatmayayım, Atatürk'e Saldırmanın Dayanılmaz Hafifliği kitabının öznesi bendenizim.
O zatı aradım ve Atatürk'e saygı duymak başkadır, bir ideoloji olarak Atatürkçülüğü eleştirmek başkadır dedim. Uzun uzun başka 'söylem kiplerinden' 'büyük anlatıların sonu'ndan söz ettim. Telefonun öteki ucunda mahcup olduğunu seziyordum. Ben Atatürk'e saygı duyan ama sonradan görüşlerimi geliştirip 'bir değil beş türü vardır' dediğim (bu görüşümü de uzun bir makale olarak yazdım) Kemalizmi eleştiren biriydim.
Bütün bunları Kemalizm ve onunla ilişkili olduğu ölçüde Atatürk konusunda nerede durduğumu belirtmek için yazdım.
Yani bir saplantım yok. Tarihe de ideolojilere de kendi materyalist tarih ve toplum anlayışım içinde eleştirel olarak baktım.
***
Atatürk konusunda son günlerde cereyan eden tartışmaları görünce ve Melih Altınok'un yazısını okuyunca bunları belirtmek ihtiyacını duydum. Şundan...
Tarihsel, toplumsal yorum, değerlendirme ve eleştiri
bilimsel bir hassasiyeti ve ciddiyeti öncelikle gereksinir. İnsan, eleştirisinde daima
özneldir. Bunu artık biliyoruz.
Ama bilimsel eleştirinin öznelliği
gayrı ciddiliği, düzeysizliği, mugalatayı barındırmaz.
Ayrı ayrı şeylerdir.
Atatürk kişi olarak eleştirilebilir mi? Biz eleştiriyi
kınama, yerme, olumsuzlama olarak alıyoruz. Doğrudur. Öyle bir yanı vardır.
Ama eleştiri bunun öncesinde ve ötesinde
irdeleme, sorgulama ve çözümlemedir.
Atatürk veya
Abdülhamid veya
Washington ancak bu bağlamda
tahlil edilebilir. Uluorta edilmiş sözün öznesi olmaz.
***
Bütün bunlardan sonra bir de
biyografi meselesi ortaya geliyor. Biyografi başlı başına
bir alandır ve şu yukarıda
eleştiri konusunda
söylediklerimden
muaf değildir. Bu
işi '
sanat' düzeyine yükseltmiş Amerikan
kültüründe biyografiler çeşitlidir. Ele aldığı
kişinin onayından geçmiş '
'otorize' bio'lar da vardır, doğrudan bilimsel araştırmalara
dayalı
bağımsız çalışmalar da.
Tarihçiliğin,
entellektüel tarihçiliğin en önemli alanlarından biridir biyografiler.
Biyografiler her şeyi yazar. Ama bu şartlar içinde. Gerisi dedikodudur, kahvehane sohbetidir. Atatürk konusunda
biyografi eksiğimiz vardır. Çok güzel birkaç biyografisi yazılmıştır. Fakat bunlar bence de yetersizdir. Atatürk'ün bir
devlet ve ordu koruması altında olduğu muhakkaktır.
Atatürk'ü Koruma Yasası halen yürürlüktedir.
Bunlar bildiğim kadarıyla başka ülkelerde görülmüş hususlar değildir.
Resmi ideoloji ve
devlet sistemi Atatürkçülük olduğundan Atatürk'ün
popüler, ansiklopedik biyografisi de bu minval üzere oluşmuştur.
Elimizdeki kaynaklarda dışına çıkan bazı zorlamalar varsa da yetersizdir. Hatta onun
psikanalitik biyografisi de bence fazlasıyla
tek odaklıdır ve
yönlüdür. Kişisel, askeri ve siyasal kimliğinin önemli bölümlerinde eksikler, boşluklar mevcuttur. Bunları biliyoruz. Onların tamamlanması gerekir.
Ne var ki, bu bildiklerimizin hiçbiri şimdi ona yöneltilmiş
üslubu, yaklaşımı, tavrı, tarzı, tutumu, saygısızlığı kaldırmaz.
Sadece o değil hiçbir o seviyedeki kişi bu şekilde ele alınamaz. Bu ancak bilim kisvesi altında '
yalancı bilim' (pseudo science) yapmak,
popüler tarihçilik adıyla
kahvehane dedikodusuna dalmaktır.
Biraz izan lütfen...