Şu Türkiye gerçekten garip ülke. Her gün, her sabah yeni bir şaşkınlığa uyanıyoruz. Amerikalıların 'sıkıcı anı yok' dedikleri türden bir siyasal ve toplumsal ortamda nefes alıyoruz. Neredeyse o şaşırtıcı 'şeyi' bulmasak, yaşamasak, şaşıracağız. Hayatımızda bir boşluk olduğunu düşüneceğiz. Üzüleceğiz. Yeniden gündemimize oturan kozmik oda tartışması bu türden.
***
İşin '
komplo' yanı da ilgilendiriyor beni, herkes gibi. İlgilendirmemesi olanaksız. Sonuç itibariyle siyasetin zirvesindeki bir kişiye suikast ihbarı yapılmış, onun neticesinde kozmik odaya girilmiş. Orada bulunan, 'top secret' belgeler ele geçirilmiş. Onun üstüne bina edilen olaylar sökün etmiş. Böylesi bir hadisenin insanı ilgilendirmemesi mümkün mü? Gene de beni işin daha fazla çeken yanı
İsmet Berkan dostumun yazdıkları.
Berkan, odada neler olduğunu, daha girilmeden bildiğini yazdı. Bu çok önemli bir vurgu. Gerçi, Berkan'ın bildikleri ayrıntıya inen şeyler değil. Veyahut biz onun öyle bir bilgiye sahip olduğundan habersiziz.
Gene de
Soğuk Savaş döneminin askeri 'kuvvetlerine', yerine göre '
gayrimeşru güvenlik güçlerine' ait bilgilerin saklandığı bir mekân/mış orası ve şimdi bu bilgiler bir yerlerde. Yani
Susurluk skandalı sırasında Türkiye'yi sarsan
Gladyo bilgileri mesela, orada imiş. (
Ertuğrul Özkök bu yazılanlar üstüne heyecanlı bir yazı yazdı ama söylediklerinin meselenin esasıyla ilgisi yok.)
Bu bilginin bir bölümü işte Türkiye'nin ansızın patlayacak bir savaşa karşı yaptığı planları içeriyor -diyelim. Ama bu kadarla kalmıyor. Fişlemeler var o odada, Rektörlerle ilgili bilgiler var. Türkiye'de vatandaşların kimliğine, ideolojisine göre nasıl ayrıldığı oradaki kayıtlardan izlenebiliyor.
***
Tamam, kozmik odaya girilmesi bir skandaldır. Değildir diyen yok. İşin içinde o odadan çıkarılan bilgilerle kurulan senaryolar, hazırlanan iddianameler var. Onlar daha da büyük bir skandaldır. Gereği derhal yerine getirilmelidir. (Bu arada hemen görüşümü yazayım. Ben 2000'lerde bir darbenin planlandığına dair düşüncemi daima korudum.
Ama bu
Ergenekon davalarını savunmak, onların doğruluğuna kefil olmak anlamına hiçbir zaman gelmedi. Dolayısıyla o davaları savunanların bugün o tutumların gereğini yerine getirmesini beklemek bir haktır.) Ama Allah aşkına bütün bu
fişlemelerin, bütün bu 'gizli' bilgilerin, o bilgilerden hareket ederek atılan adımların, o adımları atanların üstüne hiç gidilmeyecek mi? Ne alakası var, 'stay behind' kuvvetiyle bunların? Belki başka ülkelerde de yapılmıştır benzeri şeyler, hatta hâlâ yapılmaktadır fakat bunların hesabının
sorulmayacağını düşünmek nasıl manasız bir şeyse aynı şekilde o hesabın sorulmadığı bir ülkeye
demokratik ülkedir demek de o derecede anlamsız.
Taha Kıvanç dostumuz da bu konuda yazdı ve mesela faili meçhullere dönük bilgilerin
Kutlu Savaş raporlarında, başka iddianamelerde dile getirildiğini belirtti. O raporların 12 sayfası
devlet sırrı diye sansürlenmişti. Yapacak bir şey yok. Ama diğer taraftan saçılan bilgilerin üstüne bugüne kadar gidilmemesini nasıl, neyle açıklayacağız?
***
İşte şaşırdığımız şey bu: böylesi bilgiler apaçık biçimde ortadayken, askeri vesayet tartışmaları yapılmışken, karanlık cinayetlerin üstüne
gidilmemesi aklın alacağı şey değil. Bunların
devlet sırrıyla alakası yok. Bir ülke ya demokratiktir ya değildir. Demokratikse bu türden '
gizli' bilgiye yer yoktur.
Maraş'ın, Çorum'un, Malatya'nın, 1980 öncesi ölen beş bin kişinin kanı yerdeyken,
Kanlı Pazar, 1 Mayıs katliamı henüz aydınlatılmamışken hemen celallenip aman devlet sırrı demek nasıl bir iştir, nasıl bir devlet düzenidir? Aynı şekilde, bu bilgiler henüz ortaya çıkmamışken ama çıkabileceğine dair en küçük bir işaret görülmüşken gene celallenip ordunun 'bütün kalelerine girilmiş, bütün tersaneleri zapt edilmiş' diye yakınmak da herhalde kendisine ait bir anlam içeriyor.
Ve gene ilginçtir, iki anlamsız şeyden bir anlam çıkıyor.