Lise yıllarımızda, 1970'lerde, Ankara'daki en iyi okullarda okuyan, zekâlarının keskinliğiyle temayüz etmiş bir grup içinde tanınıyordu Erhan Göksel. Kısa süre sonra bu isimlerin çoğu Hacettepe Tıp'a girdi. O da birçok arkadaşlarımla birlikte o okulda karşımıza çıktı. Zekâsı gerçekten olağan dışıydı. Orayı bitirdi, doktor oldu, mecburi hizmete gitti.
Derken onu solcu kitapçıların doldurduğu Zafer Çarşısı'nın altında bir kitapçıda gördüm. Yayıncılığa başlamıştı. Kısa sürede büsbütün dost olduk. Müthiş bir yayın faaliyeti içindeydi. Telif, tercüme sayısız kitap bastı ve o zaman çok hoşuna giden sözümle dile getireyim, devletin yapması gereken yayın faaliyetini tek başına üstlendi.
Ardından politikayla daha yakından ilgilenmeye koyuldu. Her zaman iç içeydi politikayla ve politik teoriyle o kuşağın tüm mensupları gibi. Ama yayıncılığın eski pırıltısı kalmayınca politik danışmanlık ve araştırma işlerine başladı. Zaten o dünyadaydı. Mesela Özal'a yakındı. Babası aracılığıyla Demirel'le ilişki içindeydi. Ama 90'ların başında büsbütün geliştirdi bu etkinliğini. Ne gariptir ki, hemen hemen ilk faaliyetlerinden birinde ters düştük. 1993 SHP Kurultayı'nda o Gürkan'ı, ben Karayalçın'ı destekledim. Biz kazandık onlar kaybetti ama onunla da Gürkan'la da dostluğum artarak devam etti.
***
Şaşırtıcı olanı, Erhan'ın bir kere ilişki kurduğu insanlarla 'ölümüne' dost olmasıydı. Mesela Gürkan! Hastaneye düştü, ameliyat oldu, Erhan ilgilendi. Her manada. Herkesin derdine koşmakta bu kadar içten kimseyi görmediğim gibi bu derecede mahir başka kimseyi de tanımadım. Ankara'dan İstanbul'a taşındım. Geride anam babam kaldı. Onlara kendi anası babası gibi baktı.
Karısı Güler hayatta onu en çok seven, anlayan, destekleyen insandı ve onun bütün bu hengâmesine gık demeden göğüs gerdi.
Bu politik danışmanlığını ve o mecradaki faaliyetlerini epey genişletti. Paralar kazandı. Daha geniş ve rahat yaşamaya başladı. Her zaman delicesine para harcardı. Obsesifti. Kitapçıda gördüğü açılmamış on koli yeni kitabı, beş koli cd'yi eve göndertirdi. Ölçü nedir, asla bilmedi. Ama her şeyini yakın çevresiyle paylaştı. Çılgıncasına. Zaten alabildiğine duygusal ve heyecanlıydı.
Böyle bir insanın mübalağacı olmaması olanaksızdı. Onları dinler geçerdik. Ama
Mesut Yılmaz'la, Tansu Çiller'le, Baykal'la, bütün önde gelen siyasetçilerle, askerlerle bir siyasal danışman ve araştırma şirketi sahibi olarak yakın ilişkileri oldu.
***
Evet,
Adnan Kahveci'nin öldüğünü o haber verdi. Cenazede yan yana yürüdük. Meclis'ten camiye kadar yol boyunca ağladı. Tanıdığı insanlar arasında belki en çok onu sevmişti. Geride kalan çocuklarını kendi çocuklarıyla bir tuttu. Evinde yatırdı, kaldırdı. Eğitimleriyle en yakından ilgilendi. Gece gündüz onlarla uğraştı. Bunların en yakın tanığı bizzat Adnan Beyin oğlu
Cihan Kahveci'dir. Zaten o da inkâr etmiyor.
Şimdi
Cihan Kahveci, Erhan'ın hem
Adnan Kahveci'yi hem de
Turgut Özal'ı öldürdüğünü söylüyor. 10 milyon dolar alarak Mossad'dan, Erhan'ın, bu iki cinayeti işlediğini öne sürüyor. En inanamadığım şeylerin de gerçek olabildiğini gördüm hayatta. Ama bu iddia da hiç mi hiç inandırıcı değil.
Bir Cumhurbaşkanından ve bir dönem Başbakanın ve CB'nın en yakınındaki, millete mal olmuş birisinden söz ediyoruz. Bu 'cinayetlerin' (ayrıca ikisinin de cinayete uğradıklarına inanmıyorum) 10 milyon dolar falan da verilse işlenmesi olanaksızdır. Bunu en iyi gene
Cihan Kahveci takdir eder.
Ak Parti aleyhine programlar yapması onun her zamanki heyecanlarının, aculluğunun sonucuydu, bana göre. Daha o dönemlerde parasızdı. Sonunda büsbütün parasız, pulsuz vefat etti.
Ergenekon meselesinden onun ve geride kalan ailesinin payına düşen yıkımdı bu. Bir manada su testisi su yolunda kırıldı. Tanıklığım budur!