Dünya Trumpizmi tartışıyor. Küresel ekonomi Trumpizmin etkisiyle ciddi bir belirsizlik yaşıyor. Aşırı sağın etkilediği Avrupa siyaseti günden güne daha da radikalleşiyor, radikalleştikçe parçalanıyor. Tepkisel ideolojiler güçleniyor.
Bütün bunlar olurken bir yandan da Donald Trump kabinesini şekillendiriyor. Öne çıkan isimlere bakıldığında Trump'ın başkanlık koltuğuna oturduktan sonra bugüne kadarki retoriği ile bundan sonraki politikası arasında büyük bir mesafe olmayacağı tahmininde bulunabiliriz. Mike Pence, Reince Priebus, Michael Flynn, Steve Bannon, Jeff Sessions, Mike Pompeo ve James Mattis kabinede yer alması kuvvetle muhtemel isimler.
Kabine kompozisyonuna bakıldığında Trump'ın Cumhuriyetçi partiyi yanında tutmak için özel bir gayret sarfettiği tespitini yapabiliriz.
(Özellikle Priebus isminin tercih edilmesi bu bağlamda önem arz ediyor.) Eğer ki Trump, Cumhuriyetçi partinin desteğini alabilirse hem Temsilciler Meclisi'ne hem de Senato'ya hükmedebilen güçlü bir başkan olarak görevini ifa edebilecek.
Seçilen isimlere bakıldığında göze çarpan bir diğer unsur ise birçoğunun askeri kariyere sahip yahut güvenlik sektöründe görev yapmış isimler oluşu. Kabinede yer alması kuvvetle muhtemel isimlerin kahir ekseriyeti muhafazakâr siyasi görüşleriyle maruf.
Perşembe akşamı TRT Haber'de Çağrı Erhan, Muhittin Ataman ve Beril Dedeoğlu ile birlikte yaptığımız Dışa Bakış programında "bu ekibin George W. Bush'u çevreleyen neoconlarla ilişkisi"ni de tartıştık. (Bu arada Dışa Bakış her Perşembe 21'de TRT Haber'de yayınlanıyor.) Evet ilk bakışta Trump'ın kabinesi neo-con ideolojinin etkilediği bir kabine gibi görünüyor.
Fakat bu ilk bakışta böyle. Trump'ın ekibinin neo-con ideolojiyle organik bir bağlantısı yok.
Neo-conlar katı bir ideolojik tutuma ve mesiyanik bir ruha sahiplerdi. Yayılmacı bir dış politika çizgisinden yanaydılar. Trump'ın savunma, güvenlik ve dış politika ekibi ise daha pragmatik ve görece izolasyonist bir yaklaşımdan yana.
Bir başka fark ise İsrail'e yaklaşımda göze çarpıyor. Neo-conlar için İsrail tam anlamıyla bir kırmızı çizgiyken, örneğin Trump'ın kabinesinde yer alması muhtemel Mattis için hiç de öyle değil.
Ortak nokta ne peki? Bush'un ekibinde yer alan neo-conlar da, Trump'ın kabinesinde yer alacak olan muhafazakârlar da "İran karşıtlığı" ve "radikal İslamcılık düşmanlığı" noktasında buluşuyorlar.
Öyle görünüyor ki Trump başkanlık koltuğuna oturduktan sonra ilk 100 gün içinde ticari anlaşmalara, sağlık reformuna ve göçmen sorununa eğilecek. Dış politikada ise üç sıcak meseleyle uğraşacak. Bir yandan Rusya ile müzakere edecek. Öte yandan DEAŞ'la mücadele edecek. Diğer taraftan da Çin'le yeni bir ilişki düzeyi geliştirmeye çalışacak.
Ne var ki Trump'ın Rusya ile müzakere ederken, Avrupa'nın sıkışmışlığını ne denli derinleştireceği önemli bir soru işareti olacak. Yine DEAŞ'la mücadele ederken İslamofobik bir siyasi ajandayı devreye sokarak Ortadoğu'da yeni radikalleşme hareketlerinin önünü açıp açmayacağı önemli bir mesele olacak.
Ve Çin'le yeni ilişki geliştirirken Japonya ve Güney Kore gibi ABD müttefiki ülkelerle ilişkilerini nasıl yürüteceği ciddi bir meydan okuma olarak Trump'ın karşısında duracak.
Bütün bunlar Trump döneminin somut meseleleri. Sonuç ne olursa olsun, Trump döneminin Obama döneminden radikal bir biçimde ayrışacağı şimdiden netleşmiş durumda. Bunun bize nasıl yansıyacağı sadece karşı tarafın tavrına değil, bizim bu süreci nasıl okuyup, ne tür politikalar ürettiğimize bağlı olacak...