Dans pistinde çiftler vals yaparlarken, iki kolu olmayan bir adam da pistin ortasında sıçrayıp duruyormuş.
"Ne yapıyorsun" diye biri sormuş.
İki kolu olmayan adam da "Ne yapayım yani, sırtım kaşınıyor" diye cevap vermiş.
Irak Meclisi'nin Başika'daki Türk askeri varlığının sona ermesi gerektiğini öngören kararını görünce, sırtı kaşındığı için sıçrayıp duran adamın hikâyesini hatırladım...
Kargaşalar ülkesi
Düşünün ki Irak yolgeçen hanına dönmüş...
Amerikan işgali ve ertesindeki gelişmeler, bir de IŞİD'in ortaya çıkmasına ve Irak'ın en büyük ikinci kenti Musul'un bir günde IŞİD tarafından işgaline kadar dayanmış.
Ülke Bağdat yönetiminin beceriksizliği yüzünden, Sünnilerle Şiilerin birbirleri ile boğazlaştığı bir arenaya dönmüş. Bu arada merkezi hükümetle Kuzey'deki otonom Kürt yönetimi, çeşitli konularda anlaşmazlıklar yaşamaya başlamışlar.
Sanki başka sorunları yokmuş gibi Başika'daki Türk askerlerine takılmak, hangi akla hizmet eder ki? Eskiler Moğol istilası sonrasında Basra'nın harap olmasını "Bad-el harab-ül Basra" diyerek anlatırdı. Bu söylemi bugün "Bad-el harab-ül Bağdat ve Musul" diye söylesek yanlış mı olur?
Neden oradayız?
Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş da Irak Meclisi'nin Başika'daki Türk askeri varlığına ilişkin kararını değerlendirirken "Türkiye'nin Başika'daki varlığı, oradaki özellikle Musul'un DAEŞ tarafından işgali sonrasında ortaya çıkan bir zorunluluk dolayısıyladır" dedi... Ve Başika'daki Türk askerlerinin peşmergelerle ve yerel unsurlarla işbirliği içinde bulunduğunu hatırlattı.
Akıl dışılıklar
Ne yazık ki özellikle ABD dış politikasındaki yeteneksizlikler yüzünden kaotik bir ortama mahkûm edilen güney komşularımızı, yetmezmiş gibi Bağdat ve Şam'daki yönetimler de her türlü akıl dışılığa konu etmektedirler.
Bu akıl dışı davranışlar, Irak'ta Musul'un IŞİD'in eline geçmesine dayanmıştır.
Suriye'de ise Şam yönetiminin uçaklarının attığı bombalar Halep'i yerle bir etmiş, binlerce insanın ölümüne neden olmuştur.
Bu kadarı da olmaz
Bağdat'taki siyasetçilerin türlü ayıpları yetmezmiş gibi Başika'daki Türk askerlerini hedef almaları ise "Bu kadarı da olmaz" dedirten bir gelişmedir.
Bu arada Misak-ı Milli kapsamında Türkiye'nin olması gereken Musul'un Lozan'da çözümlenmediğini ve Türkiye'nin üye olmadığı Milletler Cemiyeti'nin bir komitesinin 1925'te bugünkü sınırı çizip, Musul'u Türk toprakları dışında bıraktığını da hatırlayalım.