"Gemiden inmek için ya çok erken davranın ya da acele etmeyin. En iyisi pasaport sırasının başına girmek ve bizim güruh limandaki meydanı doldurmadan oradan ayrılmak..."
"Etrafı gezdik, bize hiç ilginç gelmedi. Sanki Türkiye'de gibiydik..."
"Kasabanın meydanında Türkler'le karşılaşınca hemen oradan uzaklaştık; çünkü biliyorduk ki, esnafı on dakikada bozacak, ortalığı karıştıracaklardı."
***
Nedir bu yukarıya alıntıladığım cümleler, diye soracaksınız...
Bir süredir
internetteki yerli seyahat bloglarının kültürel tasavvuru ve psikolojik özellikleriyle ilgileniyorum.
Gayet kişisel bir dil ve serbest bir ruh haliyle yazıldıkları için
popüler zihniyetin analizinde verimli bir kaynak özelliği taşıyorlar.
Ve ne yazık ki, hemen hepsinde aynı şey dikkati çekiyor...
Seyahat izlenimleri bir anda bu kişilerin ait oldukları toplumu ve kültürü horlamasına dönüşüyor.
Başka bir ülkede gördükleri bir taşı, yaptıkları bir alışverişi bile memleketlerini hırpalamak için fırsat bilmek neyin nesidir yahu?
Seninle aynı hamurdan olanları "güruh" diye adlandırmak falan...
Nasıl da üzeri örtülmüş bir eziklik tezahürü!
Ve kendini imhaya yönelmiş bir saldırganlık!
Bütün bunların farkındalar mı peki?
Ne gezer!
***
Sakın, bu seyahat bloglarını kaleme alanların büyük şehirlerimizin burnu büyük kesimlerinde yaşayanlar olduğunu sanmayın! Çoğu
Anadolu'nun yeni refaha kavuşmuş şehirlerinin sakinleri.
Bu da kolonyalist zihniyet ve tasavvurun memleketin "
içerileri"ne doğru uygun adım yürüdüğünü gösteriyor.
Belli ki, içi doğru düzgün doldurulmamış "yerlilik" övgüleri ve klişe kültürel hamaset bu süreci durduramıyor.
Öyle ilginç ki...
Mesela alabildiğine "
yerli" bir hanım Rodos gezisini anlatırken bir anda
Tapınak Şövalyesi gibi yazmaya başlıyor. Güler misin, ağlar mısın?
Çocukça cahillikler de cabası...
Kendilerini Kuşadası'ndan Samos'a götürecek teknenin limandaki cruise gemisinin yanında çok küçük kalmasına ciddi ciddi bozulanlar bile gördüm.
Demek ki,
kendimizle barışmamızı engelleyen bu virüsü söküp atmamız için
gidecek çok yolumuz var.