Bu köşede 15 Temmuz'dan tam tamına bir yıl önce "Ülke muazzam bir kötülükle savaşıyor" başlıklı yazımda şu tedirginliğimi dile getirmiştim.
"Bütün siyasal-sosyal varlığını insanları "aldatmak" üzerine kurmak...
Varlığını bütünüyle araçlaştırmak, baştan aşağı ajanlaşmak...
Şeytanlık bunlar değilse, nedir?"
15 Temmuz'dan bir hafta sonra ise şöyle yazmıştım...
"Umarım, bunca patırtı içinde kötülük ahtapotunun kollarının ne kadar uzun olduğunu; nasıl toplumun her köşesine uzandığını; bazı görev ve meslekleri nasıl kirlettiğini unutmayız. Hiçbir şey artık sıradan görülmemeli! Çünkü düşman da sıradan değil."
***
Şimdi bugüne gelelim...
Artık biliyoruz...
15 Temmuz milletin birliği ve dirilişi bakımından tarihi bir dönüm noktasıydı.
Unutturulmak istenen yanlarımızı baştan tanıdık, bir daha tanımladık.
Vatan deyince bir kavramdan, bir coğrafyadan, bayramlık bir coşkudan söz etmediğimizi,
vatanın ciğerlerimizdeki nefes olduğunu dosta düşmana gösterdik.
Fakat bunlara odaklandığımızda sanırım düşmanın niteliği, arkasındaki aklı ve ittifaklarını gözden kaçırıyoruz.
Bana öyle geliyor ki...
Nasıl yendiğimizi çok konuştuk fakat
neyi yendiğimiz konusunda (merak gıdıklayıcı birkaç hikâye ve medya tartışmalarını bir yana bırakırsak) zihnimiz dağılmaya başladı.
***
Şu gerçeği kabul edelim ki...
Türkiye'ye kasteden güçler ve onların maşası örgütün gücünü sadece OHAL ve KHK'larla kırabiliriz diye düşünmek yanıltıcıdır.
Nihayetinde
bütün varlığı aldatma üzerine kurulu bir yapıdan söz ediyoruz.
Alameti farikalarından biri sinsi sinsi 15 Temmuz'u unutturma çabasıysa, diğeri de kılıktan kılığa girme becerisidir.
O halde...
Dümdüz dile getirilen farklılıklar birbirimizle kucaklaşmamızı engellememelidir.
Esas olan yalanın tasfiyesidir...
Dikkatimizin odaklanacağı nokta orasıdır.
Yani...
Piyon olmaktan kaçınmak ve mutlaka agâh olmak zorundayız.