Az sersemlik değil!
Uyduruk bir takvimin elle tutulur gerçeklik olduğunu sanıyoruz.
Takvimden son yaprak düşerse, bütün bir yılı süpürüp çöpe atabileceğimize inanıyoruz.
Cep telefonumuzda, bilgisayarımızda, her gün saatlerce karşısına geçip gözümüzü diktiğimiz ekranımızda dijital göstergede 2017 yazarsa, 2016'nın çekip gideceğini düşünüyoruz.
Seküler kutsallıklar ve dilekler birbirini izliyor: "Yeni yıla girelim de, şu berbat 2016'yı unutalım!"
Oysa yok öyle bir şey!
1 Ocak'ta dünya kaldığı yerden devam ediyor.
***
Bir Nişantaşı mızmızlığı...
Doğan medyası hurafeciliği var...
Süslenmiş püslenmiş bir ayin havası...
Neymiş? 2016'yı bir an önce unutmalıymışız!
Niye?
Tamam!
Acılarla doluydu.
Yakıcıydı.
Berbattı.
Kesti, çizdi, kanattı.
Ama unutmayalım ki
Aynı zamanda alabildiğine öğreticiydi.
İbretle doluydu.
Zihin açıcıydı.
Dostu düşmanı; iyiyi kötüyü; milleti ve millet düşmanlarını; vatanı ve hainleri net biçimde önümüze koyan ve hepimizi sarsıp kendimize getiren bir
yıldı.
2016'da yaşadıklarımızı unutmak...
Hele hele
15 Temmuz'u toplumsal hafızanın kuytularına
itmek...
Bunlar ancak düşmanlarımızın işine yarar.
***
Koca seneyi bir yana bırakıp sonuna geldiğimiz şu aralık ayında arka arkaya yaşadıklarımıza baksak...
Halep...
Beşiktaş bombası.
Kayseri bombası.
Karlov suikastı.
Fırat Kalkanı Harekâtı'nda koalisyon tarafından yalnız bırakılışımız.
Şehitlerimiz...
Unutulacak şeyler mi bunlar?
Dua edelim ki, 2017 geçip giden yıla benzemesin!
Fakat 2016 boyunca nasıl dört koldan saldırıya uğradığımızı da hep aklımızda tutalım.
Gerçekten yeni ve daha güzel bir dünya, geçen yıl yaşadıklarımızı (Milan
Kundera'nın deyimiyle) "
unutkanlığın budalalığına" terk etmezsek mümkün
olacak.