Okuldayken ezberleyip geçtiğimiz yalan yanlış derslerin doğrusunu hayat şimdi en baştan öğretiyor.
Bütün sınıf kara tahtaya kalkmışız da...
Tahta başımıza iniyor sanki!
Halep mesela...
Hissettiğimiz acının dünyanın yalandan sızlanmalarıyla; hümanist lafazanlıklarla hiçbir ilgisi olmadığını anlıyoruz.
Ciğerimiz yanıyor.
Daha yüz yıl kadar önce Refik Halid'in İstanbul'da bir semtten bahseder gibi Halep'ten, Şam'dan, Beyrut'tan söz edişinin nedenlerini henüz anlıyor; hemen kalkıp yollara düşmek istiyoruz.
Musul mesela...
İçimizde kabaran öfke sadece DEAŞ işgali ve gaddarlığına değil...
İçine sıkıştığımız güncel çaresizliğe de öfkeleniyoruz.
Çünkü anlıyoruz ki...
Orada bir Musul, bir Kerkük var.
Ve onlar bizim Musul'umuz, bizim Kerkük'ümüzdü.
***
Görüyorum...
Çevremizdeki haksızlıklar, acılar, katliamlar karşısında "
büyük devletsek buna izin vermemeliyiz" diye isyan edenlerimiz var.
Doğru da...
O "büyük devlet"
Osmanlı'ydı.
Halep, Musul, Kerkük, Bağdat onun şehirlerindendi.
Yıktılar ve Osmanlı'nın yerine elimize "Yurtta sulh, cihanda sulh" düsturunu tutuşturdular.
Elimizden kayıp gidenin sadece toprak değil fakat aynı zamanda yirminci yüzyılı kuracak
doğal kaynaklar (petrol vs.) ve kültürel enerji olduğunu da bir güzel unutturdular.
Bugün hiç değilse Anadolu kadar büyük olalım; hakkımız olanı ve hakkı savunalım diyoruz, başımıza gelmedik bela kalmıyor.
Bir bakın...
Terör, darbe, ekonomik kriz, işgal ve iç savaş tehdidi...
Yirmi dört saat saldırı altındayız.
Bütün sınıf birbirine soruyor: Bir teneffüs daha olacak mı?
***
Tıpkı geçen yüzyılın başlarındaki gibi...
"
Küresel çete" yeni bir dünyayı mayalandırıyor.
Böyle bir dünya içinde kaybolup gitmemek için neye ihtiyacımız olduğu açık...
Sağa sola öfkelenmenin de, kalp güzelliğinin de bu cenderenin içinden sıyrılmak
için bize yetmeyeceğini bilmeliyiz.
Sakin ve açık bir zihne ihtiyacımız var.
Yani çalışıp öğrenecek çok şey var.
Sosyal medya aforizmaları üreterek ve birbirimize laf yetiştirerek ayakta kalacağımızı sanıyorsanız, fena yanılıyorsunuz.