Yeni bir köprüye ve yeni bir havaalanına karşı olanlar... Nükleer santral istemeyenler... "Kent dönüşümüne" ve yeni inşaata gıcık kapanlar... Haydarpaşa Garı merdivenlerinde "kara trenimi isterim" diye gitar çalan Kadriye...
Bir zamanlar Süleyman Demirel'le de "baraj yapıyor" diye dalga geçerlerdi.
Türkiye'de solcular ilerlemeye de değişime de karşıdırlar.
Onları her fırsatta döne döne ezmiş olan Kemalizm'e kul köle olmalarını ayrı ve özel bir hamşoluk sayıyorum ve bugünlük üstünde durmuyorum.
Fakat sanayi ve teknolojiye karşı olmak... Yani "üretim güçlerinin" gelişmesini istememek...
"Üretim araçları özel kişilerin olacaksa hiç olmasın" diye bir felsefe...
"Kalkınma kapitalist yoldan olacaksa hiç olmasın" huysuzluğu.
"Sermaye emekçiyi sömürüyor, dolayısıyla hiç birikmesin" mantığı.
Kahrolsun süpermarket, yaşasın kahraman bakkal...
Bunlar ara ara "eski meslekler elden gidiyor" diye de ağlarlar.
Kapımızın önünden geçen yoğurtçu, macuncu, dondurmacı, iyi sucu... Bozacı, şıracı, kalaycı, bileyci... Araba beygiri, saka katırı, ada eşeği...
Deniz otobüsü iskelesi ve tren istasyonuna giden Langa bostanları ve onların buz gibi kuyu suyuyla yıkanan mis gibi hıyarları...
İki milyon Türk'ün yaşadığı (bunların burada en az sekiz -on milyon da akraba ve yakını vardır) Almanya gerçeğine "başka işi yok da benim emekçi halkım telefon mu edecek" diye dudak bükenler ve haberleşme devrimine, iletişimin çağdaşlaşmasına itiraz edenler...
İşin matrağı, kendileri teknolojiyi bayıla bayıla da kullanırlar. Karşı çıkmaları laftadır. Hep "başkaları" adınadır.
Bir dönem, halkı "toplu taşımacılığa" teşvik eden her solcu gazetecinin altında kendi özel arabası vardı!
Gece üstlerine polyester "duvet" çekip yatarlar ama bir yandan da pamukları atan hallaca özlem dolu yorgancılık şiirleri yazarlar.
Ressamın biri "kaybolan meslekler" tabloları yapmış, bunlardan bir sergi açmış da oradan aklıma geldi: Aba dokumacısı, fırça tabelacısı, bastoncu, süpürgeci, macuncu, lambalı radyo tamircisi, arzuhalci, kürsücü, sandalyeci...
Dünyanın hiçbir yerinde lambalı radyoyu özleyen de kalmadı, kullanan da, isteyen de. Hiçbir ülkeden "ah nerede o atlı tramvay" diye bir ses duymadık. İnsanlık ilerledikçe bazı meslekler kaybolacak, yeni meslekler çıkacaktır. Bugün sokakta bağırarak atlı tramvayın yolunu açan bir "vardacı" yoktur.
Jane Austen'in romanlarında olduğu gibi arabanızın arkasında (yani şimdiki bagajda) bir "footman" yani ayakçı taşımak ister miydiniz?
Ama bunlar renkli televizyona da karşı çıkmışlardı, özel radyo istasyonlarına da.
Rivayet ederler ki, şimdi FETÖ'ye teslim olmuş bir gazete, bundan yirmi küsur yıl kadar önce, o sıralar bizim televizyonculuk başarılarımıza da gıpta ederek, bir televizyon kanalı kurmak istemiş... Daha ortalıkta ne RTÜK var ne bir şey...
Toplantı yapmışlar, tartışıyorlar. İçlerinden biri kalkmış demiş ki: "Arkadaşlar, bir dakika yahu... Biz ne yapıyoruz? Biz özel televizyonlara karşı değil miyiz?"
İş yatmış tabii...
Okur kitlemizin fırlama kesimi, isterse yazının başlığını "el arabasına binen solcular" şeklinde de okuyabilir.