Türkiye'nin en iyi haber sitesi
EMRE AKÖZ

Peki ya Osmanlı nasıl başardı?

Uluslararası Şeffaflık Derneği'nin, İsveç Başkonsolosluğu'nun katkısıyla düzenlediği, "Hukuk ve İktisat İlişkisi: Özgürlüğün Toplumsal Refah Boyutu" başlıklı konferansta, Prof. Daron Acemoğlu ile Bilkent Hukuk Fakültesi Öğretim Görevlisi ve Avukat Gönenç Gürkaynak konuştular...
Konferansın temel fikri ilk bakışta basit bir önerme gibi geliyor: "Sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için vatandaşların özgür olması gerekir."
Ancak bu denklemi kurcalamaya başladığınızda, olayın rengi giderek değişiyor. Örneğin Gürkaynak, özgürlüğün özünü "ifade özgürlüğünde" temellendiriyor. İnsanların kendini özgürce ifade edemediği bir toplumda, ekonomik gelişmenin sınırlı kalacağını söylüyor.
Dünyanın en önemli ekonomistlerinden biri kabul edilen İstanbul doğumlu Daron Acemoğlu ise "insan hakları ve hukukun üstünlüğü" olmadan, ifade özgürlüğünün yetersiz kalacağı fikrinde.
James Robinson ile birlikte kaleme aldığı, Türkçeye "Ulusların Düşüşü" adıyla çevrilen kitabıyla büyük ilgi uyandıran Acemoğlu, ülkelerdeki kurumların çok önemli olduğunu söylüyor.
Geliştirdikleri modele göre, kurumlar ikiye ayrılıyor: "Kapsayıcı Kurumlar" ve "Dışlayıcı Kurumlar" (veya "Sömürücü Kurumlar.")
Kapsayıcı Kurumlar insanları bütün nitelikleriyle (bilgi, beceri, çalışma azmi, talep ve arzularıyla) birlikte siyasete ve ekonomiye katan, fırsat eşitliği veren kurumlar. Bu tip kurumların varlığı ülkeyi zenginleştiriyor…
Buna karşılık özel mülkiyeti garanti altına almayan, yargıda adaleti sağlamayan, sivil toplumu baskılayan Dışlayıcı Kurumlar etkin olduğunda, bir süre ilerleme kaydedilse bile çöküş kaçınılmaz oluyor. Çünkü dünyanın değişen şartlarına bu kurumlar uyum sağlayamıyor.

Gerçekten "dışlayıcı" mıydı?

Tabii bu modelde tartışacak birçok nokta var… Mesela şöyle bir soru: Bir ülkedeki kurumlar illa Kapsayıcı veya Dışlayıcı mı olmak zorunda? Bir kısmı öyle, bir kısmı böyle olamaz mı?
Konferansa katılanlar Acemoğlu'ndan, Türkiye'yle ilgili bir şeyler söylemesini bekliyorlardı doğal olarak. Onun sorulara cevap verirken, "Türkiye kurumlarıyla hep padişahlar devleti oldu" demesi, salonda canlanmaya yol açtı. Söz, muhalif olanların hoşuna gitti elbette.
Ancak Acemoğlu'nun bu sözü yüzyılları kapsayan bir saptamaydı. Önce Osmanlı klasik yönetimi, ardından İttihat Terakki rejimi, sonra da Cumhuriyetin dönemleri… Acemoğlu'na göre Dışlayıcı Kurumlar hepsinde egemendi.
Tamam ama… 1450'lerden 1850'lere, Osmanlı İmparatorluğu 400 yıl boyunca dünyanın en önemli güçlerinden biriydi. Peki, nasıl oldu da dışlayıcı kurumlarla böyle bir durum mümkün oldu? (ABD'nin gücü ise ancak 150 yıl öncesine uzanıyor.)
Acaba diyorum… Acemoğlu'nun "padişah devleti" adını verdiği Osmanlı-Türk düzeni, sanıldığı veya iddia edildiği kadar dışlayıcı olmayabilir mi?
Öte yandan ABD'nin ünlü otomotiv kenti Detroit'i düşünün. Bir dev nasıl da iflas etti; yönetimi beş parasız kaldı…
ABD gibi kurumları kapsayıcı olan, yetenekli insanların adeta arkalarından itildiği, ifade özgürlüğünde temel sorunlar bulunmayan bir ülkede, bu gerileme nasıl mümkün oldu?
Şu noktayı da unutmayalım: Ekonomide veya siyasette… Başarana kadar "serbest piyasacı", "özgürlükçü", "adaletçi" olanların… Başarıyla birlikte "tekelci" kesilmesi, liberalizm kuramcılarının en büyük derdi değil mi?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA