Türkiye'deki en önemli zihniyet sorunlarından biri, bence "standart" fikrinin olmamasıdır. Standarttan kastettiğim şu: Önce belli bir kalite seviyesini yakalamak, sonra da hep aynı ürünü üretmek.
İki ay kadar oluyor; şirin bir esnaf lokantasına gitmiştik. Mercimek çorbası çok güzeldi. O güne dek bir lokantada içtiklerimizin en iyisiydi diyebilirim.
Ardından birer kuru fasulye ve Özbek mantısı söyledik. Onlar da şahaneydi.
Geçen gün aynı semte gitmiştik. Aklımıza o lokanta geldi. Hadi bir daha, dedik. Yine aynı mönü... Bu kez şöyle bir durumla karşılaştık:
Mercimek çorbaları neredeyse soğumuştu... Geri gönderdik. Sıcakları geldi... Özbek mantısı "hamur-hamur" denilen şekildeydi. O eski nefasetinden eser yoktu. Kuru fasulye ise aynıydı.
Lokantada bir değişiklik var mıydı? Hayır: Sahibi, aşçıları ve garsonları tıpatıp aynıydı. (Geçen gittiğimizde sohbet ettiğimiz için tanımıştık.) Ama işte aynı insanlar bu sefer standardı tutturamamıştı.
İtirazları duyar gibiyim: "Bunlar makine değil, insan. Hep aynı ölçüyü yakalayamazlar ki!"
Hayır. Buna katılmıyorum. İşin sırrı "ölçüde" zaten... "Ölçü-ölçek" kullanmak yerine, göz kararıyla, el yordamıyla iş yaptıkları için böyle oluyor.
Ben bu tip bir konu açıldığında hep Fransızların rokfor peynirini örnek veririm. Bildiğiniz gibi küflü bir peynirdir rokfor. İçinde resmen küf vardır.
Peki, küfe söz geçirebilir misiniz? Ama adam geçiriyor işte. Bu sayede hep aynı rokforu yiyebiliyor müşteri.
Biz ise hala o çok sevdiğimiz, guru duyduğumuz beyaz peynirde standardı tutturamıyoruz: "Abi teneke farklı" diyoruz, "Bu teneke kötü çıktı" diyoruz.
Standardı sağlama bir zihniyet meselesi.
Aslında atasözümüze uygun davransak yeter: "Alet işler, el övünür."