Geçen gün yaşı kırkı geçmiş arkadaşlarla sohbet ediyoruz... Konu döndü dolaştı okul yıllarına geldi. Herkes bir şeylerden yakınıyor. En çok sorun yaratan uygulamalar şunlarda yoğunlaştı:
Bir arkadaş, "Bütün sabah derslerinde adeta ayakta uyudum" dedi. Sürekli esnemesi öğretmenlerini kızdırırmış ama kendine engel olamıyormuş.
Bu durumu ben de çok iyi biliyorum. Kendimden değil, eşimden: O, tam tersim...
Kışın 07.00 civarında uyanır, kısa bir süre sonra kahvaltıya otururum. Zihnim çabucak çalışmaya başlar: Okuyabilirim, yazabilirim, konuşabilirim.
Eşimin uyandıktan sonra kendine gelmesi ise zaman alır. Kahvaltıya oturması daha da uzun sürer. Meğer okul döneminde de böyleymiş.
Geçen gün "İnsanlar ikiye ayrılır" başlıklı, grafik anlatımlı gayet esprili bir haber görmüştüm.
Birkaçı şöyleydi: Ketçapı patatesin üstüne dökenler, yan tarafına koyup patates dilimini bananlar... Kahveyi tercih edenler; çayı tercih edenler... Köpek sevenler, kedi sevenler... Çeşitli renklerdeki boncukları bir arada tutanlar, boncukları renklerine göre ayıranlar... Lokanta mönüsünde önce yemeği görenler, önce fiyatları görenler...
Aynı şekilde "sabahçılar" ve "öğlenciler" de var... Kiminin zihni sabahları, kimininki öğleden sonra dahi iyi çalışıyor... Ancak biz öğrencileri sadece yaşa göre ayırıyoruz. Öğrenmede çok önemli bir faktör olan zaman dilimini önemsemiyoruz.
Diğer ayrım ise öğrenme biçimiyle ilgili: Kimi dinleyerek, kime okuyarak, kimi görerek daha iyi öğreniyor. Ancak biz herkese aynı tipte eğitim- öğretim vermeye çalışıyoruz.
Okumaktan hoşlanmayan ama mesela dinleyerek hızla öğrenen bir öğrenciyi ittire kaktıra "okutmaya" çalışıyoruz.
Bilgiyi okuyarak daha iyi kavrayan öğrenciye ise yine adeta zorla bir şeyler anlatma derdindeyiz.
Özetle: Öğrencileri, sanayi çağına uyacak biçimde, kitlesel olarak eğitmeye çalışıyoruz. Sadece yaşa göre ayırıyoruz. Bir de cinsiyete göre ayırmaya çalışanlar var. Halbuki bilişim çağına uygun bir eğitim verebilmek için, başka ayrımlar da yapmamız lazım.