Türk futbol camiası, acımasız bir adam öğütme makinesi. Kimler öğütülmedi ki... Ama kurbanlardan özellikle birinin aradan neredeyse 6 yıl geçmesine rağmen hâlâ içimi acıttığını fark ettim. Durban'daki Moses Mabhida stadında nefes kesen 90 dakikanın sonunda her zamanki soğukkanlılığıyla ekrana geldiğinde.
O kurban İspanya Milli Takımı'nın Teknik Direktörü Vicente Del Bosque. İspanya'yı tarihinde ilk kez dünya kupası finaline taşıyan adam.
Ve 2004 Aralık'ında, onun için kaleme aldığım yazıyı anımsadım. Geçmişte yolculuğa ne dersiniz? Buyurun:
"Beşiktaş yöneticilerinden biri onu 'Yeniköy kasabı'na benzetince, içimde bir şeyler koptu. Boz bulanık sel sularının öfkesi gibi bir şey. 'Aman Allahım' dedim, 'Arenada başparmağını aşağı indirerek ya da yukarı kaldırarak gladyatörlerin kaderlerini belirleyen Roma imparatorlarından da gaddar yöneticilerimiz varmış meğer...'
Gözümün önüne 2001 Mart'ında Madrid'de yağmurlu bir günde dolaştığım Santiago Bernabeu Stadı geldi. Real Madrid o sıralar hem İspanya'da, hem Avrupa'da fırtına gibi esiyordu muhteşem onbiriyle: Casillas, Hierro, Helguera, Salgado, Roberto Carlos, Makalele, Figo, Zidane, Solari, Raul, Moriantes. Bir daha böyle bir 11 bir araya getirilebilir mi; emin değilim.
Ve o takımın başında 'Koç' olarak hüzünlü ama sevecen, alçakgönüllü ama içinde volkanlar kükreyen Vicente Del Bosque vardı. Derin yüz hatlarının gizlediği bir trajedinin yükünü taşımasına rağmen çevresine güven, enerji ve umut yayan adam. Daha önemlisi, hatta en önemlisi, adam gibi adam.
Del Bosque'li Real Madrid 2000'de Şampiyonlar Ligi kupasını kazandı. 2001'de İspanya şampiyonu oldu, 2002'de yine Avrupa şampiyonu, 2003'te yine İspanya şampiyonu. Arada bir İspanya süper kupası, bir kıtalararası şampiyonluk kupası ve bir UEFA süper kupası da cabası. 2002'de dünyanın en iyi teknik direktörü seçildi.
2003'ün 22 Haziran'ı 'Uzun Bıçaklar Gecesi' diye anılır. Atletico Bilbao'yu 3-1 yenip İspanya lig şampiyonluğunu kazandıkları o gece tribünlerde kıyamet koparken, taraftarların havai fişekler eşliğinde söyledikleri 'We are the Champions' şarkısı yeri göğü inletirken, Del Bosque ve futbolcuları sessiz sedasız soyunma odasına gittiler. Çünkü Real Madrid'in yeni patronu Florentino Perez, Del Bosque'ye 'Artık kendisiyle çalışamayacağı, o nedenle sözleşmesinin yenilenmeyeceği' haberini göndermişti. Oysa daha bir ay önce sözleşmesini iki yıl uzatmayı önermiş, o altın kalpli adam 'Ben 35 yıldır bu kulüpteyim. Burası benim evim. Acelemiz yok, vakti gelince imzaları atarız' diyerek ona hem zaman tanımış, hem de açık çek vermişti. Del Bosque şampiyonluk gecesi kovulma kararına tek cümleyle yanıt verdi: 'Hiçbir günahım yok...' Başkan Perez'in yanıtı: 'Evet günahı yok ama ben artık pos bıyıklı demode teknik direktörlerle çalışmak istemiyorum. Bana en az iki yabancı dil bilen, atletik, şık giyimli, kısacası vitrin bir çalıştırıcı lazım."
Ve Del Bosque geçen Haziran'da Beşiktaş'ın -yeni- yönetimince kafasını dinlediği, çocukluk arkadaşlarıyla kafelerde buluşup gırgır yaptığı memleketi Castellino'da bulunup İstanbul'a getirildi. Ama öylesine sabırsız, öylesine başarıya susamış ki yöneticiler, 'Sıfır kayıp, sıfır yenilgi' beklediler Del Bosque'den. Hem de ona hiç danışmadan tüm transferleri yaptıktan sonra. Hem de bir sezonluk avansı bile reddederek. Şimdi o adam gibi adam ne ununun ne yağının ne de şekerinin alımına karıştığı malzemeden helva yapmaya çalışıyor. Ve her tökezlenmede Roma imparatorlarının günümüzdeki kopyaları başparmaklarını yere doğru indiriyorlar: Gitsin!"
Evet, yazı böyle... Gitti de. Daha doğrusu Beşiktaş'ın futbolu çok iyi bilen yöneticileri onu elsiz ayaksız gönderiverdiler.
Çok merak ediyorum; "Yenikapı Kasabı"nın yönetimindeki İspanya Milli Takımı'nın zaferleri, acaba o yöneticilerin vicdanlarını sızlatıyor mu? Dedim ya; Türk futbol camiası acımasız bir adam öğütme makinesi...