Sevgili okuyucular, bu benim bütün ömrüm boyunca yazdığım en zor yazı... Zira çok sevdiğim ve değer verdiğim tam 42 yıllık arkadaşım Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç'ın AYM'nin 52. kuruluş yılında yaptığı jüristokratik ve antidemokratik konuşmayı, demokrasi mücadelesi vermiş bir münevver olarak kabullenmem mümkün değildir. Esasen, mutlak ilâhî iradeden sonra milletin iradesini egemenliğin temeli saymak, hürriyetçi demokratik yönetimlerin en başta gelen ilkesidir.
AYM Başkanı Haşim Kılıç'ı daima destekledim ve hep yanında oldum. Kendisini teşvik eden çok sayıda yazı yazdım. AYM içinde merhum Özal tarafından üyeliğe seçildikten sonra geçen 23 senede bu mazlûm milletin değerlerine sarılarak jakoben, elitist jüristokrasiye karşı nasıl samimî bir mücadele verdiğine bizzat şahidim. Kılıç, AYM'de Prof. Dr. Sacit Adalı ile birlikte yıllarca halka ve demokrasiye tepeden bakan yargı baronlarına karşı mücadele etmiştir. AYM'deki ancak rezalet kelimesiyle ifade edilebilecek hukuk cinayetlerini bizzat müşahede etmiş; daima demokrasinin ve hukukun yanında olmuştur.
Lâkin son aylarda yaptıkları ve söyledikleri, hayatı boyunca savunduğu değerlere taban tabana zıttır. Kendimi sanki bir 'Dr. Jekyll ve Mr.
Hyde' (R. L. Stevenson 1886) kurgusunda hissediyorum. Bu, cübbesini giymiş, Meclis Başkanına, Başbakana, Bakanlara siyasî nutuk atan kişi, benim sevgili dostum Çiçekdağlı, Yerköylü, milletin daima değerlerini savunan, milliyetçi, Müslüman arkadaşım, halk çocuğu Haşim Kılıç olamaz. Bu siyasî nutku, ancak Yekta Güngör Özden'ler, Ahmet Necdet Sezer'ler, Osman Paksüt'ler, Vural Savaş'lar, Sabih Kanadoğlu'lar çekebilir. Bu sözleri ancak millî iradeyi hor gören, hukukun üstünlüğünü hukukçunun üstünlüğü zanneden jakoben hukukçular söyleyebilir.
Hele, daha önce AYM'yi sert şekilde eleştirse de ayağına giden, milletin seçtiği bir Başbakanı rencide edecek kadar saygısız değildir benim arkadaşım...