YAZARLAR
Lise yıllarımda neredeyse tüm yaşıtlarım, dünyayı yöneten ekonomisiyle ve tüm yenilikleri dünyayla tanıştıran Amerika'yı görme hayaliyle doluydular. Üniversiteye yıllarımdaysa Amerika hayaline saplanmış olan gençlik artık Çin'in hızlı yükselişini yakından takip ediyordu. Biz de Amerika'ya gidip yerinde görme isteğimizi ikinci plana bırakıp Çin'i yakından görmek istiyorduk. Benim Çin'e gitme planlarım 5-6 yıl kadar gecikse de Çin gelişmesini katlayarak hızlandırmaya devam etti. Ve sonunda geçtiğimiz hafta Çin topraklarına ayak bastım. Auto China Fuarı için Chery'nin davetlisi olarak gittiğimiz Çin'de fuardan önce tarihi mekanları ziyaret ettik. İlk ziyaretimiz, Türklere karşı yapıldığı söylenen Çin Seddi'neydi. Öğrendik ki aslında bu biraz daha komplike bir konuymuş. Gerçekten söylendiği kadar büyük ve uzun olan Çin seddini gezeceğimizi söylediklerinde Ulus Parkındaymış gibi güle oynaya dolaşacağımızı zannettik. Hatta Çin Seddi'nin tepesine çıkıp sigara molası vereceğini düşünenler bile oldu aramızda. İşin aslı öyle olmadı maalesef. Biz aşağıdan yukarı doğru bakarken 4'üncü kuleyi gözümüze kestirmiştik. Yaklaşık 30 dk'lık bir tırmanıştan sonra "Her halde zirveye ulaştık" derken bir de bakmışız ki daha ilk kuledeyiz ve dilimiz bir karış dışarıda. Çin seddinin nasıl işe yaradığını artık daha iyi anlıyorum. Bu merdivenlerinin önüne yanaşan savaşçılar, tırmanmakla uğraşmaktansa Avrupayı fethetmeyi tercih etmiş olabilirler.
Çin'nin etkileyici tarihi yapısından farklı olarak otomobil dünyasına zenginlik kattığı da bir gerçek. Orada geçirdiğimiz bir hafta sonrasında otomobil marka, model ve sınıfları hakkındaki bilgi darcığımız iyice genişledi. Örneğin, yolda bir VW Passat görüyoruz ama bunun kaçınıcı nesil olduğunu anlamak ne mümkün. Farlar 2009, ön panjur 2004, stoplar 2000 yılına ait. Yan aynalar ise hiçbir yere ait gibi durmuyor. Ya da Peugeot 206 karoserinde, Citroen C3 far ve stoplarını görmek bizi dumurlardan dumurlara savuruyor. Sanki tüm otomobiller Çinliler için oyun parkındaki Legolar gibi. Hepsinin her parçası birbirlerine adapte edilebiliyor. Estetik kaygılarının olmaması da Çinlilere bu konuda sınırsız özgürlük tanıyor.Sadece Çin pazarı için üretilen araçlar değil lüks otomobillerin bolluğu Pekin trafiğinde dikkatimizi çekiyor. Çin ile ilgili bir diğer detay da yollarda Çinli markalar kadar Avrupalı markaların da görülüyor olması. Volkswagen, Audi, Volvo dışında Porsche'nin de onlarca modelini bir arada görmek mümkün. Lüks, uzun sedan otomobillerin içerisinde ufak tefek Çinlilerin indiğini görünce de biraz şaşırıyor insan. Belli ki onlar da tıpkı bizim gibi sedan sınıfını seviyorlar. Japon otomobil markalarının da sıklıkla trafikte göründüğü Pekin'de özellikle sedan karoserli Nissan Tiida'nın bolluğu dikkat çekiciydi.
Taksiyle ulaşımın oldukça uygun fiyatları olması Çin'de üretilen otomobillerin içerisinde oldukça uzun zaman geçirmemizi sağladı. Genellikle düz olan yollarda yama ya da çukur olmaması konforlu yolculuklar için başarılı bir alt yapı sağlıyor. Neredeyse 15 yıllık gibi görünen taksilerin içerisinde lambur-lumbur değil de sakince ilerlemek beklemediğim bir tecrübeydi. Evet, yine sert ve kalitesiz plastik malzemelerin tıkırtıları duyuluyordu ama günde yüzlerce kilometre yol yapan ve yıllardır trafikte olan bu taksilerin hala diri olması, Çin üretiminin o kadar da kötü olmadığını gösteriyor.
Çin'deki trafiği anlatmaya başlarsak o da ayrı bir hikaye olurdu. Ama en şaşırtıcı olanı aşırı derecede kornaya bağımlılar. Sürekli yeşil çay içmekten mi oluyor bilmiyorum ama sakin sakin ilerleyen adamlar var güçleriyle kornaya basıyorlar. Ve yine suratlarındaki sakinlik hiç değişmiyor. Korna çaldıkları insanlar da hiç üstlerine alınmadan aynı sakinlikle yollarına devam ediyorlar. Birbirleriyle korna dilinde anlaşmış olan sürücüler gerekli uyarıyı yapmış olmanın verdiği rahatlıkla, sokaklara hiç gaz kesmeden dalmaktan da çekinmiyorlar. Ama ne hikmetse ne kaza ne de bir gerginlik yaşanmıyor.