03 Aralık 2012, Pazartesi

Birini beklerken kendimizle buluşmak

Türkiye'de okuma kültürünün haritasını çıkarmak için yapılan araştırma sonuçlandı. Ortaya çıkan temel verilerden biri şu: Kitap okuyanların yüzde 61'lik bölümü kitabını tavsiyeyle seçiyor. Yüzde 25 'lik bir kesim ise kitabın adına bakıp karar veriyor. Beni en çok ilgilendiren sonuca gelince… Ne yazık ki, araştırmaya katılanların yüzde 84'ü düzenli olarak bir yazarı takip etmediğini söylemiş. Oysa bu kadar "rastgele" seçimlerle yazık edilemeyecek kadar kısa bir ömrümüz var. Vaktimiz çok değerli! Kitap değil, yazar takip etmemiz gerekiyor. Ben kendi adıma inanıyorum ki, gerçek bir edebiyat aşığı yirmili yaşlarının ortasında temel yazarlarını seçer ve yıllar içinde özenle onlara yenilerini ekler. Benim yazarlarım mı? Peki, ilk tanışmamızdan sonra dönüp dönüp okuduklarımdan bazılarını sayayım: Dostoyevski, Refik Halid Karay, Lawrence Durrell, Mehmet Eroğlu… Son yıllardaki takıntım da Haruki Murakami! Birbirine hiç benzemeyen yazarlar. Ama şunu hissediyorum ki, olmasaydılar hayatım eksik kalırdı!

Bir akşamüstü… "Kayıp Cennet" sergisini gezdikten hemen sonra… Gördüklerimden çok etkilenmiş fakat bir yandan da yorgun düşmüştüm… İstanbul Modern'in kafesine girdim. Her zaman olduğu gibi o muhteşem manzara beni şöyle bir sarsıp kendime getirdi. Ama asıl güzeli neydi, biliyor musunuz? İçerisini mis gibi kahve kokusu sarmıştı. Aklımda bambaşka şeyler içmek varken kapuçino söyledim. Harikaydı. Bir de cheesecake! Enfesti! Ah işte insan! Cenneti kaybetmişti ve geriye kala kala böyle küçücük hazlarla kendini kandırmak kalmıştı.

I-Phone ve I-Pad için çok hoş bir uygulama: Pulse News. Ana haber kaynakları, internet ağı üzerindeki dikkat çekici duraklar ve bloglardan toplanan haberleri bir arada görme imkânı veriyor. Müthiş bir tasarım. Bayılıyorum.

Şişhane'deki İKSV'nin mağazasında MOMA'dan gelen eşarplara, bloknotlara, kalemlere ve tişörtlere baktınız mı? Bence bakın. Birinden biri sizi mutlaka etkileyecek. Hele nitelikli hediye arıyorsanız, bence en doğru adrestesiniz.

Birini beklemek insanı kendisiyle buluşturur. Sırf bu yüzden bile güzeldir beklemek.

Filmin son jenerik yazıları geçmeye başladığında salonun ışıkları yandı. Toparlanıp çıkmak gerek. Ama bırakın koltuktan kalkmayı, yutkunmakta bile zorlanıyoruz… "İçimdeki Yangın" (Incendies) adlı filmden söz ediyorum. İstanbul Film Festivali'nin son gecesinde seyrettik. Kadıköy'deki Reks'te! Ama zihnimiz Lübnan'daydı. 1980'lerdeki o insanlık dışı iç savaş'ta. Biz seyircilerin de içi fena yanmıştı! Ah, bir de filmin o şarkısı yok mu? Radiohead'in "You and Whose Army."

Tünel'de Miss Pizza… Son aylarda yediğim en leziz pizza… İtalyanlara parmak ısırtacak bir kıvam ve kıtırlık.

Yann Tiersen'in "Summer 78" adlı parçasına takıldım bütün hafta. Youtube'da bu parçaya Alberto Rosende Balasz'ın çektiği klibi izledim. Müzik kadar güzeldi. Baktım, Youtube'da bu parça üzerine yazılan yorumlardan birinde eski kalp kırıklıklarından söz ediliyordu. Bir başkası da ona cevap yazmıştı: "Kırılmasaydı, kalbimizin varlığından haberdar olur muyduk!"

28/04/11

SON DAKİKA