Alper Görmüş

20 Haziran 2013, Perşembe

Korkmuyorsunuz, nefret ediyorsunuz...

Bu dizinin sonuna geldik işte; bugün, Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) ile onun dayandığı asli toplumsal kesimleri düşmanlaştırma sürecine bizzat AK Parti'nin yaptığı katkılar üzerinde duracağım...
Başlamadan bir rezerv koyayım: Günümüz Türkiye'sinde, AK Parti ne yaparsa yapsın onu "düşman" olarak görmeye devam edecek ve "düşmanı imha" kapasitesine sahip her güçle ittifak edecek geniş toplumsal kesimler var. Çünkü bu kesimler açısından AK Parti onların nefretlerinin nedeni değil nesnesidir... Bu kesimler, siyasetteki AK Parti'den ve toplumdaki "dinciler"den "ontolojik" nedenlerle nefret etmektedir; dolayısıyla kendisinden nefret edilenlerin, bu nefreti ortadan kaldırma ya da azaltma şansları yoktur.

AK Parti'nin yapabilecekleri ve yapmadıkları

Etyen Mahçupyan, AK Parti'yi tarihin bir aşamasında Türkiye toplumunun önüne çıkan "küçük bir mucize" olarak gördüğünü yazmıştı da başına gelmeyen kalmamıştı. Doğrusu, Mahçupyan'a kızanların, kendi kendilerine kaldıklarında İslami gelenekten nasıl olup da öyle bir partinin çıktığını kendilerine sorup şaşırdıklarına adım gibi eminim. (Bunun dillendirilmesinden kaçınılmasında anlaşılmayacak bir şey yok.)
Fakat bir doğumun ölçüsü "hiç kimsenin beklemediği" diye veriliyor, "bu nasıl oldu" diye soruluyorsa, doğan çocukta birtakım problemlerin ortaya çıkması da sürpriz sayılmamalıdır. Nitekim AK Parti bir yandan içinden doğduğu gelenekle kıyaslandığında demokrat ve özgürlükçü bir parti oldu, öte yandan da her zaman o geleneğin sınırlılıklarıyla malûl oldu. Bu sınırlılıkların ön plana geçtiği her durum, onu istismar eden Ergenekoncu zihniyetin etkili propagandasıyla büyütüldü ve böylece bir anlamda AK Parti kendi verdiği kozlarla düşmanlaştırıldı.
AK Parti'nin sınırlılıklarının, bu partinin üç temel algısını zehirleyip onun evrensel normlara uyum sağlama çabasını zayıflattığını düşünüyorum: "Siyaset-demokrasi" algısı, "özgürlük" algısı ve "devlet-hukuk-birey" algısı...

AK Parti'nin siyaset-demokrasi algısı


AK Parti'nin siyaset-demokrasi algısı dar (İslamcılık) ve geniş (sağcılık) hinterlandının etkisiyle "siyasi demokrasi"den ibaret kaldı. Siyasi demokrasi, yani demokrasinin olmazsa olmaz kurumlarının (parlamento, seçimler, eşit ve genel oy vb) varlığının demokrasinin varlığı anlamına geldiği siyasi rejim... Siyaseti sadece siyasetçilerin yaptığı, yurttaşların demokratik görevlerinin oy vermekten ibaret olduğuna inanılan siyasi rejim...
Oysa çağdaş demokrasilerde toplumlar örgütler kurarak, eylemler yaparak sürekli bir "oy verme" hali içindeler; dört-beş yılda bir sandığa gitmek, toplumların siyaseti denetlemesinin sadece bir parçası artık...
AK Parti, demokrasiyi "siyasi demokrasi"den ibaret gören anlayışı nedeniyle, siyasete "oy" dışında araçlar kullanarak katılmak, onu etkilemek isteyen toplumsal muhalefet hareketlerinden hiç hoşlanmıyor. Bunda, Ali Bayramoğlu'nun son derece isabetli saptamasıyla, bu partinin kültüründeki feodal tortuların da büyük rolü var. (Bayramoğlu, AK Parti'nin "vermekten" haz duyan, fakat kendisinden talepte bulunulmasından hiç hoşlanmayan bir parti olduğunu yazmıştı.)
Bu özelliği nedeniyle AK Parti, toplumun canlı, örgütlü kesimleriyle sürekli bir gerilim yaşıyor, onları "huzursuzluk kaynağı" olarak görüyor ve onlarla sık sık sokakta çatışıyor! AK Parti'yi köşeye sıkıştırmada, onu bir "nefret nesnesi" haline getirmede bu kibirli feodal tavrın, eksikli demokrasi kavrayışının ne kadar işe yaradığını biliyoruz.

AK Parti'nin özgürlük algısı

Bu alan -bir miktar indirgemeciliği göze alarak söylüyorum- meşhur "hayat tarzları" alanı ve AK Parti (özellikle de Başbakan Erdoğan) en çok burada hata yapıyor.
Aslına bakılırsa, Erdoğan mesela İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı'na seçildiği günlere kıyasla "hayat tarzları" istismarına bugün çok daha az imkân tanıyan bir noktaya gelmiş durumda.
2007'de kaleme aldığım Tayyip Erdoğan portresinde anlatmıştım, Belediye Başkanlığı'nın altıncı ayında Kanal 7'de düzenlenen gazetecilerle sohbet toplantısında kendisine, o günlerde çok tartışılan "belediyeye ait salonlarda açılan sergilerde alkol sunulmasına izin vermemesi"ne ilişkin eleştirel bir soru yöneltmiştim: "Günah olduğuna inanıyorsunuz, peki neden insanları kendi günahlarıyla baş başa bırakmıyorsunuz?"
Gelen cevap biraz "kan dondurucu" türdendi: "Çünkü ben aynı zamanda bu şehrin imamıyım. İnsanların günah işlemesine engel olmak da görevlerim arasındadır."
Aradan geçen zamanda Erdoğan büyük mesafe aldı. Şimdi artık "insanlar şöyle değil de böyle yaşasalar daha memnun oluruz ama kimseye de niye öyle yaşıyorsun diye baskı yapmayız" noktasına geldi.
Görmek istemeyenler açısından yapacak bir şey yok, fakat gözlerini yummamışlar için iki pozisyon arasında dağlar kadar fark olduğu çok açık. Ne var ki Başbakan, "kimseye baskı yapmıyoruz"u "aksırıncıya, tıksırıncaya kadar içiyorlar, karışıyor muyuz" diye ifade edince, gözlerini yummamışların bir kulağı, onu ve partisini düşmanlaştırmaya çalışanlara dönüyor. Bunda anlaşılmayacak bir şey yok: O zaman insanlar, acaba Başbakan'ın beyninde başka, dilinde başka bir şey mi var diye kuşkuya düşüyorlar ve Ergenekoncu zihniyetin bu partiyi düşmanlaştırma propagandasına açık hale geliyorlar.

AK Parti'nin "devlet-hukuk-birey" algısı...

AK Parti'nin dar (İslamcılık) ve geniş (sağcılık) hinterlandının onun bagajına yerleştirdiği en sorunlu yüklerden biri... Yüzeydeki "birey" vurgularına rağmen derinlerde "kutsal devlet" anlayışının sürdüğünü ve hukuk yoluyla onu "birey"e karşı korumak gerektiğine dair bir algı bu...
Mesela 10 yıla, 15 beş yıla varan uzun tutukluluk yıllarını kendine dert etmemeye yol açan bu anlayış, "devlete karşı suç" söz konusu olduğunda "birey"i ihmal edilebilir bir unsur olarak görebiliyor; bu çerçevede, duvara yazılan bir yazı, bir afiş, henüz yayımlanmamış bir kitap "örgütün amacına hizmet ettiği" gerekçesiyle "örgütsel suç" kategorisine sokulabiliyor.
AK Parti, bunları değiştirmek için hiçbir şey yapmıyor, savcıların bu doğrultudaki birtakım girişimleri geniş tepkilerle karşılaşınca da "bizi ilgilendirmez, bağımsız yargının tasarrufudur" deyip çıkıyor işin içinden, daha doğrusu çıktığını sanıyor.
AK Parti'nin önünde iki seçenek var: Ya üç temel alandaki (siyaset-demokrasi, özgürlük ve devlet-hukuk-birey) algılarını değiştirip yeni bir ivmeyle yolculuğunu sürdürecek ya da kendisini düşmanlaştırmaya çalışan güçlerin eline koz vermeye devam edecek.
(Taraf, 25 Mart 2011).


SON DAKİKA