Ali Bayramoğlu

04 Aralık 2012, Salı

Kürtlerin çizdiği fasit daire...

Özünde sadece Kürtlere dair, Kürtlerin dile getirdiği bir talepler dizisiyle karşı karşıya değiliz, aynı zamanda bir isyanı yaşıyoruz, bir Kürt isyanının sonuçlarını göğüslüyoruz… Açık, en önemli siyasal sorunumuz Kürt sorunu... Ve bu, en ölümcül, bütünlük içinde çözümü en zor sorunumuz...

Bu sorunun ürettiği savaş 1984'ten bu yana on binlerce insanın canını aldı, almaya devam ediyor. Bu savaş her alevlenmesinde demokrasi çıtasını aşağıya çekiyor, siyaset yerine öfkeyi, tepkiyi, şiddeti besliyor, zihinleri askerileştiriyor... Savaşı ne PKK kazanabiliyor, ne devlet PKK'yı tümüyle ortadan kaldırabiliyor. Ne bu çatışmayı bütünlükçü düzenin müsaade ettiği araçlarla durdurabilecek bir reçete var elimizde, ne de sosyal, ekonomik, kültürel araçlarla buharlaştıracak bir sihir... Çünkü özünde sadece Kürtlere dair, Kürtlerin dile getirdiği bir talepler dizisiyle karşı karşıya değiliz, aynı zamanda bir isyanı yaşıyoruz, bir Kürt isyanının sonuçlarını göğüslüyoruz. Tarih tanık... II. Mahmut döneminde modernleşme hareketinin başlamasıyla, yani 1830'lu ve 1840'lı yıllarda Osmanlı Devleti merkezi hâkimiyetini tesis etmek için doğrudan padişaha bağlı Kürt Beyliklerini ortadan kaldırmış, idari-siyasi egemenliklerine son vermişti. İsyanlar serisi bu reform girişimlerine tepki olarak başlamıştı. Kürt özerkliği peşinde koşan Botan Emiri Bedir Han'ın isyanı bunlardan birincisi oldu. 1834'te patlayan isyan 1838'e kadar sürdü. Ardından milliyetçi özellikler içeren 1897- 80 Ubeydullah ayaklanması baş göstermişti. Kurtuluş Savaşı sırasında Ali Batı, Şeyh Eşref ve Koçkiri isyanları yaşandı. Bunu 1925 Şeyh Said, 1930 Ağrı, 1935 Dersim ayaklanmaları izledi. Son isyan olarak 1980'lerde başlayan PKK hareketidir. Bu ayaklanmalar dönemlerine göre aşiretçi, dinci, milliyetçi, hatta modern özellikler göstermekle birlikte temelde Kürtlerin siyasi egemenlik arayışlarını ifade ederler. Sorun bunun için çetrefildir, çözümü bunun için zordur... Kürt isyancıların siyasi egemenlik isteklerine Türkiye özellikle son 10 yıldır doğrudan doğruya tek tek Kürtleri hedef alan bir çerçevede demokratik alanın genişlemesi, kültürel kimlik ögelerini içeren artan bireysel haklar, ekonomik ve sosyal kalkınma hamleleri ile karşılık vermeye çalışıyor. 2005 kritik bir yıldır...

2005 yaz aylarında PKK uzun bir dönem sonra tekrar silaha sarılmış, terör, şiddet, gerginlik tekrar Türkiye'nin üzerine çöreklenmeye başlamıştı. Başbakan o günlerde önce Ankara'da, ardından Diyarbakır'da iki tarihi konuşma yapacaktı. Bu konuşmalarda Kürt sorununu açık bir şekilde tanımlıyor, devletin hata yaptığını söylüyor, özür dilemekten dem vuruyor, demokrasi ve insan haklarından taviz vermeyeceklerini, sorunu bu temelde çözeceklerini söylüyordu. Bu çıkışı demokratik açılım politikaları izledi... Bu demokratik hamleler karşılarında hemen her zaman örgütten gelen siyasi egemenlik taleplerini ya da milliyetçi Kürt siyasetini buldu. Ancak 2008'e kadar galebe çalan demokratik ortam, açılım ve söylemdi. Demokratik açılımı kendisine yönelik tasfiye hamlesi olarak değerlendiren PKK'nın şiddet dozunu arttırması, siyasi egemenlik, Kürt sorununa vasi olma talebini şiddet yoluyla kabul ettirme stratejisi izlemesi, bunda ne yazık ki başarılı olması sonucunda, 2008 sonrası adım adım demokratik hava yerini gergin ve çatışmacı bir iklime terk etmeye başladı. Bugünü, geldiğimiz son noktayı, 2011'de 13 erin şehit olmasıyla sonuçlanan Silvan saldırısı, 2012'de Gaziantep'te sivillere yapılan 9 can alan saldırı ve 2009 sonrası kesifleşen Kürt siyasi hareketine dokunan herkesi, hatta her düşünceyi zapturapt altına alan KCK operasyonları temsil ediyor. Acı olan odur ki, bugün itibariyle başladığımız noktada bulunuyoruz, şiddet demokrasiye galebe çalmış görünüyor. Peki, ne olacak? Yılan hep kendi etrafında mı dönecek?

Fasit daireyi kırmak için tek bir yol var: O da Kürt siyasi alanının çoğulculaşması, demokratikleşmesidir. Bu, meşakkatli ve uzun, ancak sorunun hafiflemesi, şiddetin dinmesi için kaçınılmaz süreçtir. Bu süreç, devletin, siyasetin Kürt sorununa ve tartışmasına yönelik tolerans artışını ve çoğulculaşmasını bir önkoşul haline getirmektedir. Yol uzun ve zor, ama yine de bir yol var...

30 AĞUSTOS - 12 EYLÜL 2012

SON DAKİKA