
Ayşeler demode, Aleynâlar in!
Sosyal hayatımız ve alışkanlıklarımız 12 Eylül'den, özellikle de Özallı yıllardan itibaren birçok alanda farklılaştı ve değişti. Plazalar, Kürt meselesi, döviz merakı yahut türban tartışmaları gibisinden o zamana kadar pek işitmediğimiz, görmediğimiz ve alışık olmadığımız değişikliklerle hep 12 Eylül sonrasında tanıştık. Bu dönemden sonra erkek ve kız çocukların isimleri bile değişti. Türkiye'yi yeni isimlerle ilk tanıştıranlar, aslında 68 kuşağının mensuplarıydı. Çocuklarına Devrim, Evrim yahut Eylem gibi adlar vermişler; o zamana kadar vârolan ama çok sık kullanılmayan Deniz adı da 12 Mart sonrasında revaç bulmuştu. Sağ kesimde, pek bir isim değişikliği yoktu. Ahmet, Mehmet, Ayşe, Melek, Yavuz, Fatih, Pınar, Figen, Emin, İbrahim hâlâ revaçtaydı. 12 Eylül ise sağcı, özellikle de dindar anne babaların çocuklarının isimlerini başka bir hâle soktu ve Türkiye'de isim konusunda da bir kamplaşma başladı. Pek dindar olmayan çevrelerde Kerem, Emre, Tuğçe, Gülçe, Sinem, Damla yahut Pelin gibi isimler tercih edildi. Bu isimlere daha sonra Berfu, Çisem, Arhan, Berke ve Atlas, vesâire de ilâve edildi ama türbanlı yahut türbana yakın olan kesimde isimler bambaşka bir hâl aldı, bizde bugüne kadar var olmayan dini temelli adlara meyledildi. Enes, Sümeyye, Sevde, Reveh, Eslem gibi isimlere...
Ahmet gitti, Enes geldi Yeni doğan çocuklara artık Sabahat, Reşat, Nebahat, Ferhunde, Hayrettin gibi adlar verilmiyor. İslam tarihinde, İslami efsanelerde ve destanlarda rastlanan isimlerle, Erkam, Rümeyzâ, Talha, Amr ve diğerleri ile beraberiz. Bizde bugüne kadar hiç kullanılmamış olan Mişca, "kurban" demek olan ve Araplar'ın bile çocuklarına vermediği Venhar, "şehidler" anlamına gelen "Şühedâ" ve "bizim üzerimize" mânâsındaki "Aleynâ", bu isimlerden sadece birkaçı... Ben, bir annebabanın oğluna "kurban" kızına da "şehid" cinsinden isimler vermesinin sebebini bir türlü anlayamıyorum; sadece ilâhilerde geçen "Aleynâ"nın da mânâsına değil, sadece âhengine bakılarak konulduğunu zannediyorum.
Köyden gelen İslam İsimlerdeki bu değişikliğin tek bir sebebi var: İslami anlayışımızda yaşanan farklılaşma... Türkiye'de bir zamanlar imparatorluk felsefesi doğrultusundaki İslam, 12 Eylül'den sonraki sosyal değişikliklerin neticesinde bir köy İslamı çerçevesinde şıkışıp kaldı ve din, ilhamını eskinin geniş kültüründen değil, kıt'a Arabistanı'na duyulan hayranlıktan alır oldu. Apronda deve kesmek, çocuk yaştaki öğrencilere abdestin kan dolaşımını düzenlediğini anlatmak yahut uçakları rüzgârın durumuna değil, Kıble'ye göre kaldırmaya heveslenmek gibisinden işler hep köy sınırlarındaki İslami anlayıştan kaynaklanan hareketlerdir ve bugün "irtica" zannettiğimiz hadise de, aslında sadece bu anlayıştır. Köy İslamı'nın getirdiği değişiklikleri, şimdi daha başka alanlarda da yaşar hâle geldik. Meselâ, geleneksel başörtümüzün yerini türban dediğimiz model aldı. Kur'an'ın ve ezanın okunuş tavrı değişti, "İstanbul gırtlağı" denilen şık ve nağmeli üslup neredeyse kayboldu ve hâfız ile müezzinin gırtlağına düz, kuru ve nağmesiz bir Arap tavrı hâkim olmaya başladı. Çocuklara farklı dini isimler verme modasında, saygı gereği olarak asırlardan bu yana uyguladığımız bir kuralı unuttuk ve Muhammed adını da koymaya başladık. İsimlerimiz, İslamiyet'i kabul etmemizden sonra Arapça ve dini temelli adlara kaymış, doğan çocuğa verilecek ismin Kur'an'da geçmesine itina gösterilmiş, Muhammed adı da kullanılmış ama peygambere saygıdan dolayı özellikle başka şekilde telâffuz edilmişti. "Muhammed" ilk zamanlarda "Mehemmed" olmuş; sonra "Mehmed"e dönmüştü. Meselâ, Fatih Sultan Mehmed'in adı kendi asrında "Sultan Mehemmed Han" idi ve daha sonra "Mehmed" hâlini almıştı. İsim karmaşası böyle devam edip giderse, çok değil, 20 sene sonra Mişca ile Tuğçe, Talha ile Berfu ve Berke ile Rümeyzâ, isimleri Ahmet, Mehmed, Ayşe, Fatma, Fatih, Yavuz olan anneleriyle babalarının milliyetinden şüphe eder hale gelecekler.
|