
Datçalı Hatça...
Ben her yaz, üşenmem, yüzlerce kilometre yapar, Datça'ya bir uğrar, bakarım... Bozulmuş mu diye.
Çünkü malum... Bodrum'un Marmaris'in Kuşadası'nın Çeşme'nin Ayvalık'ın içine etmeyi başardık. Bi Datça kaldı.
Tek katlı taş evleriyle... Temiz kalpli köylüleriyle... Henüz "kazık" kavramıyla tanışmamış esnafıyla... Beş dakika sohbet etsen, "suşi" nin aslında bir salaklık olduğunu anlayacağın "diplomasız gastronomi profesörü" balıkçılarıyla... Irzına beton dikilmemiş, bakir doğasıyla... Kedileriyle... Bi Datça kaldı. Onun için üzerine titrerim. Kontrol ederim her yaz, bozulmuş mu diye.
Şirin mi şirin bir pazarı vardır Datça'nın... Oradayım. Hemen girişte, ayağında şalvarı, saçında yemenisi... Yüzünde hayatın, ellerinde toprağın izlerini taşıyan 60-65 yaşlarında bir teyze. Adı, Hatice. O, Hatça diyor. Kadınların kızların, kavurucu güneşte tiril tiril giyebileceği elbiseler satıyor. Tanesi 10 lira. Sokuluyorum yanına...
Anacığım nedir bu? Buldan bezi yavrum. Sen mi diktin bunları? Yok... Bizim kızlar. Okuma yazma biliyor musun anacığım? Yok.
Son soru, size biraz garip gelebilir. Gelmesin. Çünkü, benim temiz kalpli, saf Datça köylüsü Hatça teyzemin sattığı ve "bizim kızlar dikti" dediği Buldan bezi elbiselerin ensesinde "Made in China" yazıyor.
Hem, Datça'da satılacak mal kalmamış gibi Çin malı satmayı öğrenmiş benim anacığım, hem de yaşına başına bakmadan palavra atmayı... Üstelik, Bodrum'da Marmaris'te Kuşadası'nda olduğu gibi, kendi vatandaşını keriz yerine koymayı da öğrenmiş.
Seneye Datça'ya gelip, kontrol etmeme gerek kalmadı böylece. Virüs, oraya da girmiş çünkü. Seneye... Olmadı, öbür seneye, ne olacağı belli.
|