 |  |
Sistemi yenilemek rejimi tehdit eder mi?
Türkiye Masası Şefi Giorgianni başkanlığındaki IMF heyetinin ziyareti sırasında Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu, 2001 krizinin yaşandığı günden bugüne kadar TOBB olarak hiçbir şekilde popülist bir istekte bulunmadıklarını belirtirken, "Biz sistemin değişmesini savunuyoruz. Bizim derdimiz sistem. Sistemin basit, anlaşılabilir ve rekabet edebilir hale gelmesini istiyoruz" demiş. Türk toplumunun yüz yıllık derdi, aslında bu "Sistem" deki aksaklıklar değil mi? Bazılarımız da buna "Organizasyon" deriz ve organizasyondaki bozukluklardan yakınırız. Hep rahmetli Adnan Kahveci'nin her fırsatta tekrarladığı fıkra aklıma gelir, sistem ve organizasyon konulu yakınmaları duyunca. Yıllar önce de yazdığım bu fıkrayı, unutanlar için tekrarlayayım: 2'nci Dünya Savaşı'nda bir Yugoslav dağ köyünü işgal eden Alman kolordusunun komutanı olan Nazi generali, köyün hanında karargahını kurmuş. Gece hancıyı çağırıp, "Tuvalet nerede" diye sormuş. Hancı, "Bizde tuvalet olmaz. İhtiyacınızı gidermek istiyorsanız benimle gelin" demiş generale. Hancı önde, general arkada, bir tarlada yürümüşler. Tarlanın ortasına gelince hancı, "Sayın General, buraya edeceksiniz " demiş. Alman general çok sinirlenip, "Bu ne rezalet. Sizde hiç organizasyon yok" diye bağırmış hancıya. Bunu duyan Yugoslav köylü gülmüş, -Bizde organizasyon olsaydı ben sizin tarlanıza ederdim zaten, demiş.
SİSTEM VE REJİM Şakayı bir kenara bırakırsak, biz siyasette çoğunlukla "Sistem "i veya "Organizasyon "u, " Rejim" le karıştırırız. Bu nedenle sistemi yenilemek ve reform yapmak konulu çabalar, "Rejimin tehdidi" olarak da algılanmaz mı? Reformlarla sistemi yenilemek konulu en kapsamlı çabalara ve buna dönük " Vizyon" a, Turgut Özal döneminde tanık olmuştuk. Özal'ın buna örnek konuşmalarından bir bölümünü yine hatırlatayım: -Sistem iyi kurulduğu takdirde, hangi ülkede olursa olsun, işi iyiye gidecektir. 1945'de iki Almanya ayrılıyor. Ama 1945'de ayrıldıkları zaman, bu iki Almanya, aynı Almanya idi. İnsanlar aynı insanlardır, aynı Alman, aynı karakter. 1989'da bu iki Almanya tekrar birleşti. Şimdi bakın, 198990'a geldiğiniz zaman, iki Almanya arasında korkunç bir fark var. İnsanlardan değil bu! Aynı insanlar. ...Demek ki bu ikisi arasındaki fark da sistem farkıdır . -Sizden sonra gelecek nesiller, sizin çocuklarınız, torunlarınız, muhakkak ki çok daha ileri bir toplum meydana getireceklerdir. O toplum düzeninin hazırlıklarını şimdiden yapmak lazım. Şimdiden münakaşa etmeye başlamak lazım. Çünkü Batı toplumlarının en önemli hususiyetleri bu gibi konuları münakaşa ederler ve sonunda bir karara bağlarlar. Biz devamlı olarak kopya etmeye alışmışızdır. Ama artık kopya etmeyelim, biz kendimiz üretelim. Bu gibi şeyleri kendi kendimize düşünelim ve üretelim diye söylemek istiyorum.
İNSAN MERKEZLİ -Siyasi sistemlerde acaba bütün yetkileri yani millet ve fert olarak sahip olduğunuz hakları, kanunlar çıkararak hepsini bir yasama organına veyahut da türlü kararnameler çıkararak bir icra organına verme yetkisine sahip miyiz? Acaba bunları sınırlamalı mıyız? Yani yetki verdiğiniz insanlar her şeyi yapmaya kadir midirler? Yoksa her şeyi yapamazlar mı? Bunları düşünmek lazım, çünkü gelecek dünyada en önemli unsur, ferdin bizzat kendisi olacaktır. -İnsana dönük olacağız, insan işin merkezine geliyor. Bunu düşündüğünüz zaman, insanın haklarını sınırlayacak bir takım sistemlere iyi bakmanız lazım. Geçmişten gelen bu siyasi sistemlerin acaba bir yerde limitasyonu olmalı mıdır? İsviçre'de biliyorsunuz, belli konuları hep referandumdan geçirirler. Tabii biz de öyle yapalım demek istemiyorum, ama gelecek dünyada acaba nasıl bir sisteme doğru gidelim? Cumhurbaşkanlarının böyle konuşmalar yaptığını artık duymuyoruz. Şimdi "Sistem" denilince akla "Rejim "in geldiği zamanlardayız. Bu pazar yazısını yıllar önce Yavuz Canevi'nden dinlediğim bir fıkrayla noktalayayım: -Bir geçit resminde, önce tanklar, sonra toplar, sonra zırhlı araçlar geçer. Bu arada siyah elbiseli, koyu renk kravatlı bir grup sivil de tanklarla topların arasında uygun adım yürüyerek geçer. Şeref tribününde oturan yabancı bir büyükelçi, yanındaki yerli diplomata "Bu siviller kim" diye sorar. O da "Bunlar yüksek dereceli bürokratlarımız. Onlar en ağır tahrip gücüne sahip silahlarımız" diye cevap verir.
|