On bin kişiye iş
28 Şubat'tan sonra iyice siyasallaşan hukuk, kendi ideolojisine uymayan vatandaşı nefes alamayacak hale getirerek tehlikeli bir noktaya doğru paldır küldür giderken, Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılışının yıldönümü olan 15 Şubat'ı büyük bir provokasyona dönüştürmek isteyenlerle ilgili haberler gazetelere yansıyor. Peş peşe dizilen bütün bu olaylar bana tek bir cümleyi fısıldıyor: - Cumhurbaşkanlığı seçimleri yaklaşıyor.
Siyasal iktidar hummasına tutulmuş amaçları için her şeyi "mübah" görürken, Türkiye'nin temel sorunları da ağırlaşmaya devam ediyor. Trabzon'daki katil zanlısı çocuk, İstanbul'un varoşlarını çok kısa bir süre önce dolaşmış olduğum için bana çok fazla tanıdık bir portre olarak gözüktü. O varoşları gezerek yazdığım "Bizim Gettolar" dizisinin "Çok geç olmadan bu sese kulak verin" başlıklı son yazısında şöyle bir paragraf vardı: "Hazine arazisini yirmi beş milyara satarak para kazanmak, okulun dışında sokaklarda hayat aramak, çalışınca asgari ücret düzeyinden bir parmak yukarı çıkamamak, bu sabahki kısa gezinin büyük fotoğrafını oluşturuyor. İstanbul'un çevresindeki gençler üretimden çoktan kopmuş. Çalışanlar ise nitelikli işgücü oluşturamadıkları için zorlanıyorlar. Toplumsal üretim çarklarının parçası haline gelmedikçe de, buraların artan bunalımını çözmek çok zor." Trabzon'da bir rahibi vuracak kadar hayata yabancılaşmış on altı yaşındaki çocuk da aslında bu toplu fotoğrafta yer alıyor. Trabzon'a seçim için gittiğimde Kurtlar Vadisi dizisi oynayınca sokakların boşaldığını söylemişlerdi. Çalışarak, üreterek, yarışarak, olumlu bir emek sonucu kendine "kimlik" bulamayan çok geniş bir yığın, vurarak, kırarak mafyaya kıyısından ilişerek kendine "kimlik" yaratma peşinde... Becerisiz, mesleksiz, hayata bakınca kendi yansımasını göremeyen enerji dolu genç insanların "milliyetçilik", "din" ve "mezhep" adına militanlaşmasının sebebi de bu... Olumlu yönleri felç olunca, o genç enerji, ilkel ve sığ bir derede kanla yıkanmayı da göze alan bir çılgınlığa dönüşüyor.
Önceki gece, bir grup yazar arkadaşla, İstanbul Belediye Başkanı Kadir Topbaş'ın konuğu olduk. Trabzon'daki vahim gelişme sonrası, üretimden kopan varoşlar konusunu da tartıştık. Başkan, İstanbul Belediyesi'nin yaraya merhem olmak için "on bin kişiye iş" yaratacak bir projesini anlattı. Belediye, işsiz yığınlara "mesleki beceri" kazandırmak için "sanat ve meslek eğitim kursları" açmış. İstanbul Sanat ve Meslek Eğitim Kursları doksan branşta eğitim veriyor. Ancak, projenin eğitimden belki de daha da önemli bir yanı var. Bu eğitimi bitirerek sertifika alanları "işe alacak" olan işverenin, istihdam ettiği kişiyle ilgili devlete ödemekle yükümlü olduğu tüm ödemeleri bir yıl boyunca İstanbul Belediyesi üstleniyor. SSK priminden tutun da vergisine kadar tüm masrafları Belediye ödüyor. Başkan, yaklaşık on bin kişinin bu tür giderlerini Belediye'nin yüklenebileceğini belirtti.
Ben bu projeyi çok önemsedim. Önemseyince peşine düştüm. Piyasanın hangi mesleklere ihtiyaç duyduğu konusunda ne yazık ki meslek odaları aktif bir dayanışma içine girmemişler. Bu imkan toplumda yeterince duyulup yayılmamış. Diğer yandan sertifikalı insanları işe alacak olanlar da "sigortadan" ürkmüş. "Kaçak işçi" çalıştırmayı tercih ettikleri için Belediye'nin bu girişimi, olması gereken noktaya ulaşmamış. Sanıyorum Başkan Topbaş, beceri kurslarıyla iş bulma girişiminin ana damarlarını oluşturan İSMEK (İstanbul Meslek Edindirme Kursları) ve İYMEK (İstihdama Yönelik Meslek Edindirme Kursları) projesini yeni bir enerjiyle gündeme getirmek istiyor. Geçenlerde Başbakan Erdoğan'a "Türkiye'nin en önemli sorunu" ne diye sorduğumda tek kelimelik bir cevap almıştım: - İşsizlik... Neden işsizlik? Çünkü yığınlar üretimden ve beceriden kopmuş, terlemeden para kazanma zehrine bulanmış. Gençlerin "negatif kahraman" olma tutkusu bu yüzden... Devlet içi iktidar kavgalarının suni senaryolarını bir yana bırakıp temel sorunlara dönmek Ankara için çok zor, bunu biliyorum ama hiç olmazsa şu İstanbul Belediyesi'nin on bin kişiye iş yaratabilecek girişimine destek verilse...
|