 |  |
Ankara'da bir konuk
Batı'nın Tahran'daki yeni yönetime diplomatik tecrit uyguladığı dönemde Türkiye'nin İran Dışişleri Bakanı Mütteki'yi ağırlaması soru işaretleri doğuracak. Ancak izlenen politika doğru... Önemli gelişmelerin yaşandığı İran değişecekse, tecritle, dıştan dayatmayla değil, iç dinamiklerle değişmeli....
Türk medyası pek ilgi göstermedi ama yılın maçı önceki gece Barselona'da oynandı. Ronaldinho'lu Barselona ile kendilerine "Barış Takımı" adını veren Filistin-İsrail karması arasında. 31 bin izleyicinin stadı doldurduğu, başlama vuruşunu İskoçyalı aktör Sean Connery'nin yaptığı maçta özellikle yedek kulübesinden gözlerimizi alamadık. "Barış Takımı"nın iki teknik direktörü Cemal Hadadi (Filistinli) ve Dror Kaştan (İsrailli) göz yaşartıcı dostluk sergiliyorlardı. Aynı saatlerde Tahran'da da Devrim Muhafızları Komutanı General Yahya Rahim Safavi, denizci subaylara seslenirken, "İran, devrimini diğer İslam ülkelerine ihraç etmeye devam ediyor. ABD'yi Ortadoğu'dan kovacak, İsrail'i yok edeceğiz" diyordu. Devrim Muhafızları saflarında yetişmiş İran Cumhurbaşkanı Mahmut Ahmedinecad'ın dünyada kıyamet koparan açıklamasının kopyası... Ahmedinecad ve Safavi'nin olanca pervasızlıkla seslendirdikleri bu politikanın önemli isimlerinden biri, İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Mütteki, 20 yıl önce büyükelçi olarak görev yaparken "devrim ihracatçılığı" ile suçlandığı Ankara'ya geldi. Tam da Ahmedinecad'ın aralarında Tunus ve Çek Cumhuriyeti'nin de bulunduğu birçok yurt dışı gezisini iptal etmek zorunda kaldığı, Batı ülkelerinin de Tahran'a heyet göndermeyi askıya aldıkları dönemde. ABD'nin bu diplomatik tecride bir de ekonomik yaptırımlar eklemeyi planladığı sırada. Dıştan mı, içten mi? Türkiye'nin Suriye'den sonra İran'a karşı da Batı politikasından "sapma" göstermesinin bazı başkentlerde kaşları kaldıracağını tahmin etmek zor değil. Ancak Ankara'nın savunması sağlam: * Türkiye'nin ve Batı'nın İran'la ilişkileri aynı kefeye konamaz. Biz bin yıldır aynı coğrafyayı paylaşıyoruz. * İran'da istikrarın bozulması, Türkiye'yi de etkiler. En azından güvenlik açısından. Önümüzdeki Irak örneği var. * İran'ın istikrarsızlaş(tırıl)ması Kuzey Irak'taki oluşumun etkilerinin, Mahabad'a, Piranşehr'e, Urumiye'ye kadar uzanan coğrafyaya da yayılması riskini yaratır. Ankara ayrıca -Suriye'ye olduğu gibi- İran'a ekonomik ambargoya da karşı çıkıyor. Daha doğrusu hatalı buluyor. Görüşü şöyle: Ambargo orta sınıfı yok ediyor. Kaynakların seçkinlerde toplanmasına yol açıyor. Bu grup da imtiyazlarını korumak için baskıcı yönetimlere destek veriyor. Sonuçta doemokratikleşme süreci kesintiye uğruyor. Bu da bekleninin tam tersi sonuçla karşılaşılması anlamına geliyor. Çözüm? Dönüşümü iç dinamiklere bırakmak. Batı o kadar sabredebilecek mi bilmiyoruz ama Ahmedinecad'ın "İkinci İslam devrimi" politikası mollaları bile korkutmaya başladı. Dışişleri kadrolarında başlayıp üniversitelere uzanan "temizlik", cumhurbaşkanlığı seçimindeki yenilgisine rağmen rejimin kilit adamlarından biri olmaya devam eden Haşimi Rafsancani'nin, hatta ezici çoğunluğu muhafazakar olan milletvekillerinin seslerini yükseltmelerine yol açtı. Ancak Ahmedinecad'ın kuyusunu asıl ekonomi kazacak: Tahran Borsası onun gelmesinden bu yana yüzde 30'dan fazla düştü. Tepkisi: "İki-üç spekülatörü sallandırmalı!" Ona da yanıt iş çevrelerinden geldi: Yurt dışına giderek hızlanan tempoda sermaye kaçışı başladı. "Le Figaro" gazetesinde dün yayınlanan habere göre, İran'dan çıkan yerli sermaye 3 ayda 13 milyar doları aştı. İran'ı iyi izleyin. Ve Arap sermayesinden sonra Acem sermayesi de Türkiye'ye akın ederse şaşırmayın...
|