Picasso'nun sergisi Hakkâri'nin vergisi
Bütün gazeteler adeta anlaşmış, aynen maç gibi, terör gibi, bazen andıç gibi "milli davalar" da yapıldığı üzre, ortak anlayış ve ortak başlıkla çıkmıştı. Bir ülkede emlak vergileri belirlendiğinde tüm basının aynı kıyaslamayı yapıp aynı başlığı atması nadirdir. Ya haberin ajanstan aynen öyle gelmesi ve tembelce yinelenmesi, ya tek ilginç noktanın bu olması yahut insanların aklına bundan başka bir şeyin gelmemesi gerekir. Dün Türkiye'de sağ, sol, orta, iktidar yanlısı, devlet yanlısı, haber gizleyeni, hayır gizlemeyiz diyeni, en renklisi, en renksizi, "Yüksekova çetesi" ni çete kabul edip beraatına şaşıranı ile bu işlere hiç girmeyeni, Şemdinli'de derin devlet arayanı ile sadece devlet arayanı, yayın yönetmeni yurtdışında Başbakan'a taktik vereni veya yabancı sermaye sofralarında ağırlananı, şu gazetecilik hayatımda çalışmış olduğum ve saygıyla sevgiyle selamladığım istisnasız her gazete, minik ifade farklılıklarıyla aynı başlığı atmıştı: "Hakkâri'ye Boğaz vergisi" gibi bir şey. Hakkâri'yi hiç görmemiş Boğazlılar ile Boğaz'ı hiç görmemiş Hakkârililer de bunun ne manaya geldiğini bilir. Bu ülkede bu, bu kadar açıktır. Hakkâri'ye Boğaziçi ile aynı emlak vergisini koymak, Hakkâri'ye "Şen gönüller diyarı" diye şarkı düzmekten de daha saçma gelir hepsine ve herkese. Hatta Hakkâri'de çapariden, lüfer akını beklemekten yahut lodosu kollamaktan da. Niye?
 Çocuk bile cevabını kolayca verir. Çünkü Boğaz zengin, Hakkâri yoksuldur. Bu kadar. İstanbul'un birçok yoksul hanesinin, bir sürü perişan okulunun, epey çamurlu yolu ile çokça kondusunun da Boğaz sırtlarında olduğu, "Boğaz'ın zenginliği" arasından taşkın dereler gibi süzülüp şehre aktığı bir yana... Kavak, Sarıyer, Arnavutköy, İstinye, Beykoz gibi Boğaz'ın tevazu beldeleri, Boğaz'ın içi, canımın içi köyleri de bir yana... Çünkü, Boğaz zenginliktir, Hakkâri ise yoksulluk. Boğaz serinliktir, keyiftir; Hakkâri ise kan, ter ve eziyet. Hiç vergisi aynı olur mu? Değeri, geliri, rantı, yalısı, kulesi aynı olmayanın vergisi aynı olur mu?
Küçük bir nüans göze çarpar. "Hakkâri'nin Boğaz kadar değerli" mekanları, "İstiklal ve Cumhuriyet caddeleri" dir. Simgesel değerin parasal değere dönüşmesine şapka çıkarırsınız. Asıl sebep ise, dendiğine göre, Hakkâri'de düz arazinin çok kısıtlı olması ve İstiklal ve Cumhuriyet gibi iki değerli ada sahip caddelerin bir de düzlükte olduğu için kıymete binmiş bulunmasıdır. Piyasa, böyledir. Kıtsa, değerlidir. Bu iki cadde, Hakkâri'nin Boğaz'ı, Hakkâri'de yaşıyorsan, hiç değmediğin, hiç koklamadığın, hiç el ele dolaşmadığın, hiç balığını olta ile çekmediğin, bir çayını bile içmediğin, rakı sofrasına konuk olmadığın, akıntısına bakıp dalmadığın, küreklere hiç asılmadığın Boğaz'dan da daha değerlidir. Bombalardan, çetelerden, devlet baskısından, örgüt baskısından, baskın basanından, faili meçhulden, Şemdinli'den, Yüksekova'dan, Çukurca'dan şöyle sıyrılıp hâlâ yaşıyorsan, yaşamakta, hayata karışmakta, hayatı savunmakta kararlıysan... Binlerce yıllık uygarlık kavşağı Hakkâri'nin İstiklal ve Cumhuriyet caddeleri de, orada, Boğaz kadar değerlidir.
Yine de, tüm gazetelerin ortak bir kafa ile sunduğu karşılaştırma doğaldır. Saçmalık o kadar açıktır: Hiç Hakkâri ile Boğaz'ın vergisi bir olur mu? Neden, diye sorar çocuk: Çünkü Hakkâri çok yoksul, Boğaz çok zengindir. Çocuk ya; yine sorar: Neden peki? Niçin ki! Bütün bunların Picasso ile bir ilgisi yok elbette.
|