 |  |
  |
|
Hangi ulema, hangi İslam, hangi mantık?
Dün bu sütunda şöyle yazmıştım: - Türkiye'de de dünyada da öyle bir geçiş dönemi yaşanmakta ki, bugün hiçbir konuda "Kesin doğru budur" diye yargı vermek mümkün değil. Bugün sağlıklı düşüncenin kanıtı "Kafa karışıklığı" dır. Gelişmeleri tartışmak yerine "Dediğim dedik çaldığım düdük" diyenlerin düşünceleri sağlıksızdır. Bu yazıyı yazdıktan 24 saat geçmeden Başbakan Erdoğan'ın da sağlıklı düşünce sahibi olduğunu kanıtlayan bir kafa karışıklığı sergilediğini görerek mutlu oldum. AİHM'nin türban kararını özgürlükler açısından değerlendirdiğinde doğru bulmadığını ifade eden Başbakan Erdoğan şöyle konuşmuştu: - Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin verdiği karara yargı kararı olarak uyarım. Ama insanların inancı konusunda mahkemelerin söz söyleme hakları yoktur. Ancak din ulemalarının söz söyleme hakkı vardır. Eğer dinde bu konu ile ilgili emredici bir hüküm varsa buna saygı duymalısınız. Ben diyorum ki bu konunun dinde yeri var. Ben bu sorunun aşılacağına inanıyorum. Bu sözleri okuyunca önce "Din ulemaları" kavramına takıldım. "Ulema" zaten çoğul. Yani "Alimler" demek. "Kubbealtı Akademisi Kültür ve Sanat Vakfı" tarafından hazırlanan ve önceki gün Vakıf Mütevelli Heyeti Başkanı İlhan Ayverdi ile Vehbi Koç Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Ömer M. Koç tarafından tanıtımı yapılan "Misalli Büyük Türkçe Sözlük" e baktım. Gördüm ki "Din uleması" da "Ulemayı Amilin" ve "Ulemayı Rüsum" diye ikiye ayrılırmış... İlmin gerektirdiği gibi davranan din adamları ulemayı amilin'miş. Dinin zahiri hükümlerini ve dünya ilimlerini bilen alimler ise ulemayı rüsum'danmışlar. Mesela Fuat Köprülü bu konuda şöyle yazmış: - Yunus Emre'nin zahir ehli olan fakihler, danişmendlerle, yani ulemayı rüsum ile işi yoktur; çünkü onlar sırf akıl vasıtası ile Hak'kı bilmek iddiasındadırlar. Başbakan Erdoğan türban sorununun çözümünü siyasetten ve yargıdan alıp din ulemasına aktarmayı önerirken, acaba hangi tür ulemaya bu işin havale edilmesi gerektiğini düşünmüş müydü? Sonra geçen hafta Şahin Alpay'ın Zaman'daki makalesinden alıntı yaptığım ve "Hangi İslam" sorusuna cevap arayan şu cümleleri hatırladım: - Peki İslam dendiğinde kastedilen nedir? Sünni İslam mı, yoksa Şii İslam mı? Ulemanın İslam'ı mı, yoksa Sufilerin İslam'ı mı? Şii geleneği mi yoksa Humeyni yorumu mu? Manevi ahlaki inanç olarak İslam mı, yoksa Siyasal İslam mı? Modernliğe karşı çıkan köktenciler mi, yoksa İslam inancını günün ihtiyaçlarına göre yeniden yorumlayan modernistler mi? Vahhabilerin, Usame bin Ladin'in İslam'ı mı, yoksa Fethullah Gülen'in, Abdülkerim Suruş'un İslam'ı mı? İslam denince Suudi Arabistan'dan mı bahsediyoruz, yoksa İran'dan mı, yoksa Türkiye'den mi? Şahin Alpay bu yazısını şöyle bağlamıştı: - Müslüman çoğunluklu Türkiye'de temel mücadele kesinlikle laikliği savunanlarla bir din devleti kurmak isteyenler arasında değil; bir yanda Türkiye'ye özgürlükçü ve çoğulcu demokrasiyi, uyuşmazlıkları şiddet yoluyla değil hukuk, hakkaniyet, diyalogla ve barışçı yollardan çözme üslubunu yerleştirmek isteyenlerle öte yanda buna karşı çıkanlar arasında. Neyse.. Başbakan'ın sağlıklı düşündüğünü kavramları tam değerlendirmeden ortaya atmasına bakarak görürken, muhalefet sözcülerinin de sağlıklı düşündüklerini, onların Erdoğan'ın sözlerine gösterdikleri kafa karışıklığını yansıtan tepkilerinden görüp rahatladım. Örneğin CHP Grup Başkanvekili Haluk Koç, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'de ulema sınıfı yaratmaya çalıştığını öne sürerek, "Ancak Türkiye, Ayetullahlar devleti olmayacaktır" diye açıklama yapmıştı dün.
|