Şairsiz ve şiirsiz bayram!..
Salı günü Yahya Kemal Beyatlı'nın 47. ölüm yıldönümüydü. Bunu yazılı basında sadece Bugün gazetesinin ve CNN'den Erkan Zengin'in anımsadığını gördüm. Hafta boyunca da Yahya Kemal adına hiçbir yerde rastlamadım. Halbuki, 1 Aralık 1884'te doğup, 1 Kasım 1958'de 74 yaşında ölen Yahya Kemal, bir şairin dediği gibi, "mükemmeliyetin zevkini" barındırmakla kalmıyor, şiirin en muhteşem zirvelerinden biri, tüm zamanların en derin İstanbul şairi olarak da yaşamaya devam ediyordu. Matriks filminin hızı ve ruhuyla yetişen ve artık Yahya Kemal'i tanımayan genç kuşaklara onu nasıl anlatabiliriz? Ama belki de bundan önce sorulması gereken soru şu: Yazı, çizi ile uğraşanlar edebiyatın kilit taşlarına bu kadar duyarsız kalabilir mi, edebiyat dünyası Yahya Kemal'den vazgeçebilir mi?
Elçilikler de yapmış olan Yahya Kemal'in yaşamının iskeletini hüzün oluşturuyor. Küçük yaştayken bir resim bile bırakmadan yitip giden annesi, babasının yeniden evliliğiyle ortaya çıkan aile içi karmaşa ve kendini yatılı okulda buluvermesi tüm yaşamını belirleyen temel çizgi oldu. Yaşamının başında olduğu gibi yaşamının sonunda da evi olmadı. Park Otel'i mesken tuttu. Ömrü boyunca evini yanında dolaştırdığı valizde taşıdığı söylendi. Hiç evlenmedi, hastalığında da Park Otel'de bir odada kalıyordu. Bağırsaklarında müzmin bir kanama vardı. Önce tedaviye Paris'e gitti. Bir yıl sonra ise aynı hastalıktan Cerrahpaşa'da öldü.
En büyük İstanbul şairi oldu. "Som ateşten bu saraylarla bütün karşı yaka Benzer üç bin sene evvelki mutantan şarka Mestolup içtiği altın şarabın zevkinden. Elde bir kırmızı kaseyle ufuktan çekilen, Nice yüz bin senedir şarkın ışık mimarı Böyle mamur eder ettikçe hayal Üsküdar'ı."
Kanlıca'yı da ihmal etmedi. "Günler kısaldı Kanlıca'nın ihtiyarları Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları. Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa... Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa... İçtik bir nadir içkiyi yıllarca kanmadık... Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık..."
Yahya Kemal, yetmeyen ömrü de sürekli ölümle vals ederek geçirdi. "Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden. Bir çok seneler geçti, dönen yok seferinden" Ya da, ürpertici "Düşünce" şiiri: "Ülfet belalı, fakat uzlet sıkıntılı Bilmem nasıl geçirmeliyim son beş on yılı?" .... "Hülyası kalmayınca hayatın ne zevki var? Bitsin, hayırlısıyla, bu beyhude sonbahar. Ölmek değildir ömrümüzün en feci işi. Müşkül budur ki ölmeden evvel ölür kişi."
1 Kasım Avrupa'da ölüler günüydü. Türkiye'de ise anımsayanlar için Yahya Kemal'in ölüm yıldönümü... Niceleri için ise hiç yaşamamıştı. Yahya Kemal'i derin derin solumamak insanın ruh dünyasını buruşturmaz mı? İstanbul'u yaşamasını daraltmaz mı? Üsküdar'ı, Cihangir'i, Kanlıca'yı yaşamayı azaltmaz mı, İstanbul'u yudumlamayı engellemez mi? Yoksa, mükemmeliyetin zevkine, İstanbul'un hazzına ihtiyaç kalmadı mı? Bu soruları üç sene evvel de sormuştum. Sorup sorup cevap alamadığımıza göre belki de kalmadı. Belki de bir süreliğine şairsiz ve şiirsiz bir döneme girdik. Ne yapalım? Öyleyse herkese iyi bayramlar.
|