 |  |
Düşük profil
Ankara'nın 2002 yazındaki telaşı şu sıralar Berlin ve Paris'te yaşanıyor: İktidar kadrolarının çekmece boşalttıkları, bürokrasinin yeni yönetime hazırlandığı geçiş dönemi... Bu dönem Berlin'de uzun sürmeyecek. Taş çatlasın Eylül sonuna kadar. Kamuoyu araştırmalarındaki 18 puanlık farkı kapatmasının imkânsızlığını anlayan Başbakan Schröder, "Bir an önce seçim olsa da, şu yükten kurtulsam" havasına girdi bile. Schröder'in ipin ucunu bırakmasında bir zamanlar Sosyal Demokrat Parti'de başlıca rakibi olan Oscar Lafontaine'in darbesinin de payı var: Partiden koparak yelpazenin daha solunda "Sosyal Adalet Seçim Alternatifi" hareketini kuran ve daha daha soldaki eski Doğu Alman Komünist Partisi'nin siyasi varisi Demokratik Sosyalizm Hareketi'yle seçim ittifakına giden Lafontaine, zaten epey düşmüş olan sol oyların kendisinin iktidar iddiasına girmesi için yetersiz ama Schröder'in son umutlarını yok etmek için yeterli bölümünü çekecek. Paris'te 10 yıllık Chirac döneminin can çekişmesi daha uzun sürecek. 2007 baharına kadar. Ancak Chirac'ın nefret ettiği iktidardaki Halkçı Hareket Birliği'nin lideri ve İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy, şimdiden potansiyel Cumhurbaşkanı gibi davranıyor. Dahası, Sarkozy açık açık 2007'de "Önceki dönemle bağların koparılacağını" söyleyerek Chirac'ın kalan sürede hareket alanını daraltmaya çalışıyor. "Bağları koparmak", Chirac iktidarı referanslarını reddetmek anlamına geliyor. O referansların ilk sıralarının birinde Türkiye'nin AB'ye üyeliğini desteklemek kararı veya kararlılığı yazıyor.
Merkel-Sarkozy zirvesi İşte Almanya'nın güçlü kadını ile Fransa'nın güçlü adamı dün Paris'te bir araya geldiler ve dünya sorunlarına ilişkin görüşlerinde "ince ayar" yaptılar. Bir kenara yazın; Merkel ile Sarkozy'nin buluşması, Türkiye'nin AB kaderinin çizildiği gün olarak tarihe geçecek. Aslında ikisinin de ta en baştan Türkiye'nin AB üyeliğine karşı oldukları, "İmtiyazlı ortaklık"tan bir adım öteye gitmeyi reddettikleri biliniyor. Ama Almanya ve Fransa'daki iktidarların, tarihi, ekonomik, ve stratejik nedenlerle tam üyelik dışındaki seçeneği reddetmelerine güvenilip MerkelSarkozy ikilisinin çıkışları önemsenmedi. Doğrusu AB karar organlarında da o ikilinin görüşleri pek etkili olmadı. Ancak artık işin rengi değişiyor. Paris ve Berlin'de yakın gelecekte onların boruları ötecek. Bunun AB'deki havayı değiştirmesi de, ne yazık ki, kaçınılmaz. (Macaristan'dan Avusturya'ya kadar yığınla gizli müttefikleri olduğunu da hatırlatalım.) Zaten ilk serinlik belirtileri önceki gün Brüksel'de AB Dışişleri Bakanları Konseyi toplantısında hissedildi bile. Toplantıyı yöneten dönem başkanı İngiltere Dışişleri Bakanı Jack Straw başta Fransa ve Kıbrıs Rum yönetimi temsilcilerinin Türkiye'yle müzakerelerin açılmasına ilişkin eleştirilerini reddetti ama konuyu kapatırken ağzından çıkan cümle can sıkıcı: "Tamam, tamam. Bu konuyu 3 Eylül'deki toplantıda ayrıntılı olarak ele alırız..." Bu ikircikli tavır, en azından Türkiye'nin üyeliğinin sıkı avukatlarının başında sayılan İngiltere'nin bile artık "düşük profil" pozisyonuna girdiğini gösteriyor. Türkiye'nin 3 Ekim yolunda "Yandan yandan gitmek" anlamına gelen "düşük profil" stratejisi belki anlayışla karşılanabilir ama İngiltere'nin "düşük profil"i bize görepek hayra alamet değil.
|