 |  |
Ah, şu aydınlar
İrlandalı ozan ve oyun yazarı William Butler, "Aydının kininden daha büyük felaket olamaz" der. Bu acımasız yargıyı bize Cumhuriyet ve Radikal gazetelerinin bile yayınlamayı reddettikleri 100 Türk aydınının bildirisi çağrıştırdı. (Not: Olanca içtenliğimizle vurgularız ki, "bile"yi iyi niyetle ve bir duyarlılığın hakkını teslim için kullandık. Çünkü örneğin Radikal gazetesi, o bildirideki görüşlerin bir bölümünü paylaşan Kürt yazar Ümit Fırat'ın makalesini cesurca yayınladı. Ertesi gün de gazetenin Genel Yayın Müdürü İsmet Berkan, Fırat'ın iddiasına katılmadığını belirtti.) Bildiride, "Yeniden alevlenen çatışma ve şiddetin kaynağının devlet olduğu, devletin savaş politikasında ısrar ettiği" öne sürüldü. 12 Eylül dönemindeki mağduriyetlerinin acısını çıkarmak için her fırsatı kullanmaya kalkıştıklarından kuşkulandığımız bildirideki "asıl" imza sahiplerinin imasına göre, İmralı'da Öcalan devletin, daha doğrusu Genelkurmay'ın "denetimi" ve "hizmeti"nde olduğuna göre, adadan gönderilen "savaş" emirleri de bu kurumun onayıyla örgüte ulaştırılıyor. Daha açık söylemek gerekirse, sözde "Derin devlet" veya Genelkurmay kendi stratejik hesapları için davul zurnayla askere gönderilen fidan gibi gençlerin çatışmalarda, yollara döşenmiş mayınlarda, C-4 patlayıcılarında hayatlarını yitirmelerini göze alıyor!
İmralı'daki düzen nasıl? Bu vicdansız iddialara inanmak için ne tür ruh hali gerektiği sorusunun araştırmasını hekimlere bırakıp, Genelkurmay İkinci Başkanı Org. İlker Başbuğ'un benzer imaları yanıtlayan 2 Kasım 2004 tarihli açıklamasından bir bölüm hatırlatalım: "Ceza İnfaz Kurumları ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü'nün 2001 tarihli genelgesine göre, bir hükümlü Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurmuşsa, tutuklu gibi işlem yapılıp avukatlarıyla görüştürülmesi gerekiyor. Önemli olan şu: Görüşmeli ama görüşmeler sadece savunma hakkı çerçevesinde olmalı. Ancak gerçek öyle değil. Avukatlar görüşme sonrası terörist başının direktiflerini örgüte aktarıyor. Genelkurmay'ın bu konuda Adalet Bakanlığı'yla yıllardır süren yazışmaları var. Bir noktayı daha açıklığa kavuşturmak isterim: İmralı Cezaevi'nin iç emniyetinden Adalet Bakanlığı, dış güvenliğinden Jandarma Genel Komutanlığı sorumlu. Bu ne demek? İmralı Cezaevi'nin iç emniyetinin sorumluluğu ve yönetimi Adalet Bakanlığı'nda." Org. Başbuğ'un İmralı'nın işleyişiyle ilgili bilgilerine inanmayanlara, ertesi gün Adalet Bakanı Çiçek'in sistemi doğrulayan demecini okumalarını tavsiye ederiz. Madem konu "aydın" bildirileri, Kuşadası'ndaki bombalı saldırı sonrası DEHAP, İHD ve DTH'nin açıklamalarına da göz atmakta yarar var. Ortak cümlelerde diyorlar ki, "Gerekçesi ve failleri kim olursa olsun, savunmasız ve masum sivillere karşı saldırıları asla onaylamıyor ve kınıyoruz. Özellikle sivilleri hedef alan saldırıları nefretle kınıyoruz." Ne demek "siviller"i veya "özellikle siviller"i? Askere saldırının, yollara mayın döşemenin "meşru" olduğunu mu ima etmek istiyorlar? Yine belki biraz insafsızlık olacak ama bu tür aydınlar için Fransız akademisyen Roland Barthes'in bir deyişini aktarmaktan kendimizi alamıyoruz: "Aydınlar toplumun atıklarıdır. Bir çöpçü gelip onları toplamazsa hiçbir işe yaramazlar." Aklı özgür, vicdanı özgür aydınlar sakın alınmasınlar. Sözümüz onlara değil. Haşa!
|