|
 |
 |
 |
|
|
Ankara'dan...
İlk bahar güler yüzünü Ankara'da da göstermiş... Baharın ılık ve güler yüzü, yaşamın karanlık ve acılı yanlarını anlığına da olsa unutturmaya çabalamakta... Göz göre göre Sivas'ta heyelanın insanlarımızı yutuvermesini, bir hafta içinde alıp başını giden yabancılara ait bir buçuk milyar dolarlık dövizi, hala siyaset ilişkilerinin demokratik ülkelerdeki düzeye gelememesini kah unutturuyor kah unutturamıyor...
Dışişleri Bakanı'nın Çankaya'dan Ankara'yı seyreden özenli konutunda sabah kahvaltısındayız... Abdullah Gül, 17 Aralık sonrasındaki gelişmelerin ortaya çıkardığı sorunları tahlil ediyor. İlk vurguyu ekonomiye ve ekonomipolitikalarına yapması dikkatimi çekiyor. IMF ile standby anlaşmasının nisan başında gerçekleşeceğini bir kez daha tekrarladıktan sonra AB'den müzakere tarihi almış olan bir Türkiye'de istikrarın düşürdüğü her bir faiz puanının ülkeye 2.5 milyar dolar getirdiğini hatırlatıyor. İstikrarlı bir değişimin kazançlarının farkında olduklarının altını çizme çabasında. AB kararlılığını, ABD'nin önemini, değişim arzusunu ısrarla vurguluyor. Bu ısrarlı vurguyu yaptıktan sonra gündemdeki eleştirileri kendi üslubu ile değerlendiriyor. Hükümette ve AKP'de bir değişiklik yok ise içeride ve dışarıdaki eleştiriler nereden kaynaklanıyor? Soruyu genel bir tahlil yapan Gül de soruyor, ayrıca kendi aralarında da bunu tartıştıklarını söylüyor. Bizim sorularımızı da bu bağlamda cevaplıyor. Kretschmer'in işini ciddiyetle yaptığını, "kim oluyor bu Kretschmer" çıkışının AB'nin temsilcisine değil kendini bunaltan gazeteciye bir tepki olduğunu söylüyor. Öldürülen eski Lübnan Başbakanı'nın cenazesine neden katılmayıp da taziye evine gittiğine kadar eleştirilerin tümünü yanıtlıyor. Sabah akşam medyayı suçlamayı iş edinmişe benzeyen Başbakan Erdoğan'ın yakında medya ile bu tür toplantılar yapmaya başlayacağını da gene Gül'ün ağzından duyuyoruz. Gül'ün kahvaltıdaki genel konuşması "hükümet bildirisi" olarak yayınlansa Türkiye'nin dış dünyadaki sıkışık görünen eli rahatlayabilir... Çünkü içeride de dışarıda da herkesin aklına aynı sorular takılıyor. AB'de ısrarlı, Ortadoğu'da demokratikleşmeye endeksli, ABD ile ilişkilerde daha özenli bir hükümet varsa gerçekten karşımızda, bu gerçek neden iç ve dış kamuoyuna yansıtılmıyor? Politikaların dış parametreleri belli ise "yeni teorilere" ihtiyaç var mı? AB kriterlerine endeksli bir ülke Irak'ta Türkmenlere mi bakar, toplumun tümünün demokratikleşmesine mi? Benim peşimde olduğum konu ise AB ile müzakere sisteminin belirlenip belirlenmediği... Türkiye "baş müzakerecinin" peşinde ama bundan çok daha önemli olan bu sürecin nasıl bir yapılanma ile sürdürüleceği. Bu konuda hazırlıkların yasalaşma noktasına geldiğini öğreniyorum. Gül iktidarın ilk iki yılını AB'ye ayırdıklarını, 17 Aralık'ın bu koşunun finalini oluşturduğunu, ardından başka işlere döndüklerini, bu nedenle AB süreci yavaşlamış gibi göründüğünü söylüyor. Ancak, AB kararlılığı hükümet tarafından sıkça tekrarlanmayınca, içeride özellikle de bürokraside bir eskiye dönüş yaşanıyor. Polis kadınları daha rahat dövmeye, askeri yetkililer rahatlıkla hükümetle politika tartışmasına girişiyor...
AB üyesi olmanın ne kadar zorlu bir dönüşüm gerektirdiğini de görüyoruz. Suçlanan generalini uluslararası mahkemeye vermeyen Hırvatistan'ın durumu ortada... Hırvatistan'ın generali kayırmasını The Guardian başyazısında şu cümle ile eleştiriyor: "Hırvatistan Avrupa'nın geleceğinde yer almak istiyorsa kendi geçmişiyle yüzleşmeli." Ülkenin çarpık gerçekleriyle yüzleşmek, polislerin kadınları dövmemesini sağlamak, Yargıtay'ın aynı konuda iki farklı kararı hukuku bir yana koyup siyaseti ön plana alarak alabilmesini engellemek, askerleri siyasete müdahaleden vazgeçirmek kolay mı? Üstelik hükümeti ve AB sürecini paketlemek isteyen bir Kızıl Elma koalisyonunun sürekli hamasete yönelik provokasyonları da sürerken. Aslında hükümetin yeni, parlak, farklı şeyler söylemesine gerek yok... AB kararlılığını işlemleriyle devam ettirip bunu da kamuya yansıtması yeter... Gül'ün kahvaltıda söyledikleri bunun için yeniden umut verir gibi. Dileriz bu izlenim doğrudur... Bahar Ankara'ya da gelmiş... Ilık ve sevecen yüzü yaşamın zorluklarını ve acılarını unutturmaya çabalıyor. Ama biz acıları unutmayı değil artık anlamsız acıların yaşanmayacağı bir ülke yaratılmasını istiyoruz.
|
|
 |
|
|
|
|
|
 |
|