|
 |
 |
 |
|
|
Sizin en şiddetli kışınız hangisiydi!
Ülkenin batısında yaşayanlar için "kar ve kış" öyle sık yaşanan bir iklim durumu değildir. Mevsimi gelmesine rağmen geciktiği yıllarda hasretle beklenir. Lakin geldiği zaman da herkesi aynı beyazlıkta kucaklamaz. Belki de o nedenle, pek az ülkenin lügatinde "kara" kış diye bir kavram vardır kar "beyaz"ını anlatan. Kar ve kara!.. İşe ulaşmak işkence olur... Sağlıksız yapılarda, tipi, evin bir penceresinden girer, öbüründen çıkar gider... Giderken ayazını evin içinde bırakır. Siz gazetelerin köşelerinde sıcak kış öyküleri okursunuz keyifli. Ama büyük şehirlerin çoğunda kış; kıyamettir aslında... Ve şehirlerin çoğunluk nüfusunda. Varoşlar üşür mesela... Ki çok olan onlardır. Yoksulluk diz boyudur. Diz boyunu da aşmaktadır hızla... Ki... Söyleyen devlettir; rakamların ve devletin yalancısıyız biz de... Biz de isterdik yazalım; kar çiçeği açmış çınarların altında yuvarlanmasını aşıkların... Lakin... Şarkının dediği gibi... Mânidir hâlimiz!..
İstanbul'a harikulade ve olağanüstü pitoresk manzaralar sunan kar aralıksız serpiştirirken, yazıya modası geçmiş "sosyal içerikli" bir "Kibritçi Kız" jargonuyla başlamak can sıkıcı gelebilir. Öyledir... Çünkü durum can sıkıcıdır hakikaten. Yoksa bakıyorum penceremden... Hiç durmasa diyorum içimden... Sonra "içimden" bir ses yine... Yazının başlığındaki soruyu sorduruyor kalemime: "Sizin en şiddetli kışınız hangisiydi?" diye... İlkini hatırlamıyorum doğal olarak... Doğduğum gün karın boyu insan boyunu aşmış. Öyle anlatırlar. Akşehir haftalarca karlar altında kalmış. O yüzden gecikmiş nüfusa kaydım. Ve o yüzden, yanlış düşmüş kayıtlara doğum tarihim... Yatılı "askeri idâd"ye girmesem, bir yıl erken gidermişim askere, o dehşetli kış yüzünden. Öyle anlatırlar... Bir de damda, kara batıp çıkan sığırcıklara ekmek kırıntıları attığım ve sığırcıklarla arkadaş olduğum o "çocuk"luk mevsimi... Bir de vapur seferleri iptal edilip de adada mahsur kaldığımız, lakin zor zamanları, yüzlerce bahriyelinin "kar topu meydan muharebesi"ne çevirdiğimiz o yaman "delikanlı"lık günleri. Bir de "Buzlar Çözülmeden" oyununda oynarken, sahneye beyaz köpük tanecikleriyle yağdırdığımız kar tanelerinin altında dehşetli üşüdüğüm "sanal" zamanlar. Yirmi yaşındaydım. Mesele hissetmekti, anlamıştım. Deli Çavuş'un oyundaki repliğini müthiş bir gerçeklik duygusu içinde söylediğimi hatırlıyorum: "Kar yine başladı!"
Bir de 13 Mart günü Gölcük'ten İstanbul'a gelirken, içinde olduğumuz otobüs saatlerce mahsur kalmıştı bir tepede... Yaman bir tipi vardı ve göz gözü görmüyordu. Önümüzü göremiyorduk ve üşüyorduk.. Asıl sebepse başkaydı, biliyorduk. Dünyayı ve Türkiye'yi kasıp kavuran sıcak 68 rüzgarlarının yerini alıyordu o gün tipinin ayazı, beyaz bir veda şöleniyle... Önümüzü göremiyorduk ve üşüyorduk. 12 Mart 1971'in, bütün bir hayatın akışını ve iklimini değiştiren "Muhtıra"nın ertesi günüydü...
Hafızalarınızı zorlamayın boşuna. "Sizin en şiddetli kışınız hangisiydi?" sorusunun karlı hatıralar içinde gizlenen bir cevabı yoktur. "İçinizin en çok üşüdüğü zamandır!" sorunun doğru cevabı. Ve, sıcak odanızın penceresinden, havadan süzülerek inen kar taneciklerini seyrederken mesela... Üşüyebilirsiniz... Ürperir yüreğiniz o anda. "Kibritçi Kız" öykülerini yabana atmayın. Devletin istatistikleri kibrit çöplerinin azalmakta olduğunu söylüyor soğuk ve üşüten rakamlarda. Şimdi, şu an üşümezseniz şayet... Hazırlanın: Hayatınızın en şiddetli kışı olması işten bile değildir gelecek haziranın..
|
|
 |
|
|
|
|
|
 |
|