 |  |
İyi ki Bush kazandı
Sır değil; Avrupa liderleri, aylar boyunca ABD'deki başkanlık seçimini Demokrat Parti adayı John Kerry'nin kazanması için dua ettiler. 3 Kasım sabahı da balyoz yemiş gibi sersemlediler. Şokun etkisi biraz hafifleyince Bush'un ikinci döneminde izleyeceği politikaların ilkinden farklı olabileceği umuduna kapıldılar. Bu umutları Beyaz Saray uzmanlarının tekrarlamaya bayıldıkları bir "tespit"e dayanıyordu: "ABD başkanları ilk dönem yeniden seçilmek için çalışırlar, ikinci dönem ise tarihe geçmek için. O nedenle ilk dönem şahin olurlar, ikinci dönem güvercin!" Ama Bush genel kabul gören bu kuralın bir "istisnası" olmaya kararlı. Avrupalılar'ın boşuna hayal kurmamaları için sonuçların kesinleşmesinin ertesi günü yaptığı basın toplantısında üstüne basa basa konuştu. Daha doğrusu 11 Eylül 2001 saldırılarından bu yana söylediklerini bir daha tekrarladı: "Terörle savaş ilk hedefimiz olmaya devam edecek. Güçlü ve kararlı kalacağız ve düşman yok edilinceye kadar savaşacağız. Hayır, kitle imha silahları bulamamamıza rağmen, Irak'a savaş açmaktan zerrece pişman değilim." Sonra "Ülkemizi korumanın yolu diğer ülkeleri demokratikleştirmek ve özgürleştirmekten geçer" diyerek Neo-Con'ların -Avrupalılar'ın tüylerini diken diken eden- o ünlü teorisine sonuna kadar sahip çıkacağını dosta-düşmana duyurup noktayı koydu: "Bir ABD başkanı, ağzından bir şey çıktığında, dediğini yapar!"
Avrupa tasalarda Bush'un "Gulliver'in son bağlarını da çözdüğü" anlamına gelen bu meydan okumasından sonra "Yaşlı Avrupa"nın önünde iki seçenek var: Ya Atlantik'in iki yakası arasındaki başdöndürücü uçurumu kapatmak için "Köylü, cahil ve yobaz" diye küçümsedikleri Bush'un önünde diz çökecek ya da ABD'ye kafa tutabilmek için global güç olacak. Avrupa başkentlerinden iki gündür yükselen çığlıklar, herkesin can simidi gibi ikinci seçeneğe sarılmak istediğini gösteriyor. Her ne kadar dün Brüksel ara zirvesinden sonra yayınlanan bildiride olduğu gibi resmi açıklamalarda "Geçmişteki görüş farklılıklarını bir yana bırakıp Bush yönetimiyle ilişkilerin geliştirilmesi" dilekleri seslendiriliyorsa da, kapalı kapılar ardında sağcısından solcusuna, yeşilinden kızılına herkes "ABD'yi yalnızca güçlü ve bu gücünü kullanabilecek bir AB dizginleyebilir" diyor. Ama global aktör ya da ABD'ye alternatif kutup olmak için sadece ekonomik güç yetmez. Siyasi güç gerekir. Dahası askeri güç gerekir. En önemlisi stratejik güç gerekir.
Kim kime muhtaç? Ve Türkiye'siz asla bu koşullara sahip olamaz. Ne Kafkaslar'a ulaşabilir, ne enerji koridoruna, ne İran-Hindistan-Çin eksenine. Galiba bu gerçek kafalara dank etmeye başladı. Baksanıza günlerdir "Türkiye'yi 17 Aralık'tan önce konuşmayacağız" diyen Chirac dün Brüksel'deki ara zirveden sonra uzun uzun Türkiye'yi anlattı: "ABD politikasına doğal cevap güçlendirilmiş bir Avrupa'dır. AB ortak değerlerimize uyan bir Türkiye ile güçlü hale gelecektir. Türkiye tartışmaları biraz sorumsuzca yapılıyor. Dünyanın vizyonu ve geleceğine yönelik dengesine ve de Avrupa'nın çıkarına bakarak yapılmalı." Şimdi gelin de, "İyi ki Bush kazandı" demeyin. Bush karşıtlarının da -Türkiye'de müthiş bir çoğunluğa sahipler- gönüllerini alalım: "Her musibetten bir hayır doğar" tesellisine sarılabilirler. Öyle ya; Bush hiçbir şey yapmadıysa, seçim zaferiyle Fransa'daki Türkiye karşıtlarına karşı Chirac'ın elini güçlendirmiş oldu.
|