 |  |
Hesap sormak
Türkiye 1978'e çok kötü girmişti. 1975'te Demirel başkanlığında kurulan 1'inci Milliyetçi Cephe (MC) hükümetiyle başlayan sağ-sol kamplaşması ve sokak çatışmaları, geçen 3 yılda sürekli tırmanmıştı..
O kadar ki, 1978'e gelindiğinde, "anarşik olaylar"da günde ortalama 5 genç ölüyordu. Ve taraf olmayı reddettiği için iki ateş arasında kalan yüzbinlerce genç de hem can, hem gelecek derdiyle çırpınıyordu. Ege Üniversitesi Dişçilik Fakültesi son sınıfındaki Muğlalı genç de onlardan biriydi. Tek amacı vardı: Okulu bitirip, nişanlısıyla evlenmek. Her gün fakülteye tarifsiz korkuların pençesinde gidip geliyordu. Dedik ya; iki ateş arasında kalmak vardı. Bir akşam siyah-beyaz TRT'deki flaş haberle yürek çarpıntıları yerini coşkulu bir umuda bıraktı: Demirel'in 2'nci MC Hükümeti düşürülmüştü; Ecevit'in CHP'si AP'den ayrılan 11'lerin desteğiyle iktidara geliyordu. O soğuk ve yağmurlu Ocak akşamında balkona fırlayıp sevinç çığlıkları attı: "Ecevit gelecek, kan duracak" Geldi Ecevit. 6 Ocak'ta. İki hafta ya geçti, ya geçmedi. Muğlalı delikanlı yine kayınpederinde akşam yemeğini yedi, nişanlısıyla 6 ay sonra kuracakları dünyanın kozasına birkaç ipek teli daha ekledi ve yurduna gitmek üzere ayrıldı. Geceyarısından sonra kayınpederin evinin zili çalındı. Açtılar. Kapıda bir polis: "Sizin damat adayı kaza geçirdi..." Baba-kız hastaneye nasıl koştuklarını bilemediler. Muğlalı genç sırtından üç kurşun yemişti. Cansız yatıyordu. Ertesi gün cenazesinde solcular "Devrimciler ölmez" sloganları atarken, Ülkücüler de "Şehitler" listesine eklemişlerdi. Oysa iki taraftan da değildi. Katili 12 Eylül'den sonra Konya'da yakalandı. "Yanlışlık oldu" dedi, "Birine benzettik" O Muğlalı genç, benim bacanağımdı. Memleketinde toprağa verilirken, annesi "Sokaklara sığmayan oğlum, bir karış toprağa nasıl sığacaksın" diye dövünüyor, "Acına dayanamam, beni de al yanına" diye hıçkırıyordu. Dayanamadı da. Dayanamadılar da. Önce bembeyaz sakalı, nur yüzüyle bir Anadolu ermişi olan babası gitti yanına. Ardından annesi. Nişanlısı ise o günden beri canlı cenaze. O çığlık hâlâ uykularımı bölüyor. Neyin nostaljisi acaba? 1978'in ilerleyen aylarında Türkiye daha da kaosa gömüldü. Günlük ölü sayısı 10'a çıktı. Sonra 15'e, 20'ye... Kısacası 1978, at izinin it izine karıştığı, Türkiye'nin Soğuk Savaş'ın sıcak cephesine dönüştürüldüğü bir yıldı. 1979 da öyle, 12 Eylül'e kadar 1980 de... Ah, bir not daha: PKK da 27 Kasım 1978'de Diyarbakır'ın Lice ilçesine bağlı Fis köyünde kuruldu. Son dönemde, sanki çok matah bir yılmış gibi, 1978'e özlem duyanlar ortaya çıktığı için bu acılı sayfaları açtık. Özlemle kalsa iyi; "örgütlendiler" de. "Anılarını" yaşatmak ve "Hesap sormak" için. Kimden? Şili'nin, Arjantin'in, Paraguay'ın faşist generalleriyle aynı kefeye koydukları 12 Eylül komutanlarından. Hakları. Buyursunlar, sorsunlar. Ama ellerini vicdanlarına koyup şu sorunun cevabını da versinler: Meclis'in cumhurbaşkanı bile seçemediği, sadece gençliğin değil, öğretmenin, işçinin, memurun, en vahimi doktorun, polisin de sağ ve sol cephelere bölündüğü o dönemde, oluk oluk akan kanı kim, nasıl durduracaktı? "Hafıza-ı beşer nisyan ile maluldür" diyen rahmetli Adnan Menderes ne kadar haklıymış. Gerçekten insan belleğinin unutmak gibi bir sakatlığı var...
|